|
İlahi İcraata Biyolojik
Perde Prof.Dr. Arif
SARSILMAZ İçinde bulunduğumuz
yüzyılın biyoloji çağı olacağı ve bilimler içinde en şaşırtıcı
gelişmelerin de biyolojide yaşanacağı bilim adamlarının
ekseriyeti tarafından kabul edilmektedir. Biyolojinin alt
disiplinlerine inildikçe ihtisas sahaları iyice daralıp
derinleşmekte ve sadece belli bir mevzuda uzmanlaşan
araştırmacılar, komşu sahalardan giderek uzaklaşmaktadır.
Bilginin aşırı yığılması, dar sahalardaki ihtisaslaşmayı bir
yerde mecburi istikamet gibi gösterirken, parçada boğulmayı ve
bütünü gözden kaçırma tehlikesini de beraberinde
getirmektedir. Bilhassa moleküler biyolojideki
araştırmalar, geçmişte organ ve doku seviyelerinde
anlayamadığımız birçok fizyolojik hâdisenin temelindeki maddî
sebepleri ve biyolojik mekanizmaları kısmen aydınlatmaya
başlamıştır. Geçmişte anlamakta zorlandığımız birçok biyolojik
hâdisenin altında yatan sebepler zincirinin her bir halkası
ortaya çıkarıldıkça, canlılık denen hâdisenin ne kadar
kompleks ve sırlı olduğu, Sonsuz Bir İlim ve Kudret Sahibi’nin
yaratmasından başka bir şeyle izahının mümkün olmadığı
anlaşılmaktadır. Bununla birlikte, biyolojik süreçlerin
sebep-netice zinciri şeklinde açıklanmasının inanç dünyamıza
ters olduğu gibi bir yanlış anlayışı ve tehlikeyi de ortaya
çıkarmaktadır. Çünkü araştırmalarda, canlı yapılardaki
mu’cizevî bilgi Mutlak İlim Sahibi’nden koparılmakta,
canlılığın ortaya çıkması için gerekli kudret, Yaratıcı’dan
ayrılarak gözardı edilmekte ve bütün olup bitenler sadece
maddî-mekanistik süreçlere bağlanmaktadır. Bugün birçok bilim
adamının bilerek veya bilmeyerek içine düştüğü bu husus,
temelde iman zaafından, Allah’ın (cc) bütün isim ve
sıfatlarıyla çok iyi bilinmemesinden ve bilimlere bakış
açısının materyalist ve pozitivist felsefelerle
çarpıtılmasından kaynaklanmaktadır. Herhangi bir biyolojik
vetireyi inceleme sahamıza aldığımızda, lâboratuvardaki
müşahede ve tecrübeler neticesinde bazı ön bilgiler elde
ederiz. Bu yeni bilgileri mevcut birikimimizle değerlendirip
tekrar yeni deney ve araştırmalara girişiriz. Elde ettiğimiz
bilgiler belli bir kesafete ve ikna edici mahiyete eriştiğinde
bazı faraziyeler üretiriz ve bunları deneylerle doğrulamaya
çalışırız. Giderek güçlenen bilgiler zamanla teori hâline
gelir, daha sonraları da iyice kesinlik kazanır ve bir
biyolojik prensip veya kanun olarak kabul edilir. Biyoloji
bilimi elle tutulup, gözle görülen canlı malzemeler üzerindeki
kimyevî ve fizikî ölçüm ve gözlemlere dayandığından, buradan
elde edilen bilgilerin sözlü veya yazılı olarak
ifadelendirilmesi de günlük dilde olduğu şekilde hâdisenin
sadece görünen yüzünü anlatacak tarzda kalmaktadır. Meselâ;
gıda maddelerinin sindirilerek emilmesi veya bir proteinin
sentezlenmesi, yahut oksijenin akciğerler vasıtasıyla alınıp
bütün hücrelerin ayağına kadar taşınması ve karbondioksitin
atılması gibi birçok kompleks biyolojik süreç, geçmişte
bugünkü kadar teferruatlı bilinmiyordu. Bilginin kısmen daha
az olduğu bu dönemlerde “Enzimler parçalar ve sentezler.”,
“Bağırsaktan emilir.”, “Oksijen kana, karbondioksit de akciğer
boşluğuna geçer.” gibi hâdisenin sadece maddî sebeplerinin
küçük bir kısmını ifade eden basit cümlelerle, tefekküre kapı
açılmadan geçiliyordu. Yeni deney ve gözlemlerle bilgimiz
biraz daha artınca başlangıçta fark edemediğimiz bazı ara
reaksiyonları fark eder hâle geldik ve buna paralel olarak
aynı hâdiseleri anlatırken kullandığımız ifadeler de biraz
daha teferruatlı hâle gelmeye başladı. Ancak maalesef, her
hâdise önde gördüğümüz mekanik süreçlere takılarak ifade
edilmeye devam edildi. Bugün ise biyokimya ve organik kimya
gibi dallardaki hassas ölçüm ve tespit usullerinin
gelişmelerine bağlı olarak sindirim, solunum ve boşaltım gibi
fizyolojik hâdiselerin işleyişinde onlarca ara kademe,
yüzlerce faktör ve binlerce kompleks reaksiyonun işletildiğini
görüyoruz. Yarın belki de nanoteknolojik gelişmelerle her bir
ara kademenin de kendi içinde binlerce ayrı parametreye bağlı
olarak işletildiğini öğreneceğiz. Yüzlerce ara kademede iş
gördürülen hususi moleküllerin, enzimlerin, vitaminlerin, özel
reseptör moleküllerin vs. birçok maddî sebebin hangi neticeye
vesile olduğunu bileceğiz; ancak bütün bunların hangi ilim ve
kudretle istenen yerde, istenen miktarda ve istenen zamanda
tam gerektiği tarzda bulundurulup çalıştırıldığını “bilimsel
metotlarla” anlayamayacağız. Sebep-netice zincirinin mekanik
bir sistem gibi aksamadan çalıştırılmasına ait hususlar tespit
edildikçe, birçoğumuz bu kademelerin görünen yüzündeki
vazifeli moleküllere takılıp kalmaya devam edeceğiz.
Halbuki biraz sâlim kafayla tefekkür etsek, bize basit
gibi gelen bir sindirim veya solunum reaksiyonunda vazifeli
moleküllerin her birinin; hususi şekil ve büyüklüğe sahip
olduğunu, hem fizikî hem de kimyevî özellikleri bakımından tam
istenen tarzda seçilmiş ve ayarlanmış olduğunu görürüz. Bizim
en son teknik ve âletlerle kısmen aydınlatmaya çalıştığımız bu
sebep-netice zincirindeki halkaların art arda gelmesini, her
bir reaksiyonun bir sonrakine sebep, neticede ortaya çıkanın
da yeni bir sürecin sebebi olması gibi sonsuz bir ilim ve
hikmet gerektiren hususların bu akılsız ve şuursuz moleküllere
verilemeyeceğini anlarız. Molekül ve atomlarda böyle bir
ilim ve hikmet olamayacağına göre, bazılarımız da bu harika ve
mu’cizevî hâdiseleri, kestirmeden “tabiata (veya doğaya) veya
tabii (veya doğal) süreçlere(!)” havale ederek işin içinden
sıyrılmaya çalışırken, bazıları da “Çok derin düşünme,” “Bu
bizim işimiz değil.” gibi basit cümlelerle geçiştirmeye
çalışır. Doğrudan hayata tercüme olan biyolojik hâdiselerin
izahında meseleyi bu kadar basite indirgeyip, düşünmekten
kaçan, tefekkürden mahrum, aklî, kalbî ve vicdanî bütün
lâtifelerini köreltmiş olanlara zaten söyleyecek bir şeyimiz
olamaz. Fakat burada asıl üzerinde durulması gereken
husus, Allah’a (cc) iman ettiğini söyleyen, inançlı bilim
adamlarının da aynı mevzuları benzer üslûp ve ifadelerle beyan
etmelerinin vehâmetidir. Bazılarımız bu kadar hassasiyeti
aşırı bulabilir ve “Allah’ın (cc) yapıp-ettiği belli zaten, ne
lüzum var bu kadar fazla vurgulamaya.” diyebilir. Ancak şu
hususun göz ardı edilmemesi gerekir: “Bugüne kadar biyoloji
derslerinin okutulmasında hep yukarıda tenkit ettiğimiz tarz
ve üslûp benimsendiği için, talebelerin şuuraltı, her şeyi
fizikî ve kimyevî mekanizmalarda gören materyalist felsefelere
açık olacak şekilde hazırlanmıştır.” Bu üslûba alışan zihinler
daha sonra çok kolay bir şekilde materyalist birer evrimci
olmaya aday hâle gelirler. Halbuki her hâdisedeki hikmeti,
mükemmelliği ve mu’cizevî yönü vurgulayacak tarzda bir üslûp
tercih edilerek, moleküllerin aklı ve şuuru olmadığı, tabiat
diye isimlendirdiğimiz sanat eserinin bir Sanatkâr
olamayacağı, bütün bu hikmetli işlerin tesadüfen, kendi
kendine ortaya çıkamayacağı vurgulansa, öncekinden farklı
olarak şuuraltları Allah’a (cc) iman etmeye açık talebeler
yetişecektir. İşin acınacak bir tarafı ise maalesef inançlı
insanların bu hususun farkında olmamalarına karşılık, ateizmi
kendine bir ideoloji yapmış olanların bu hususu çok iyi idrak
etmiş olmalarıdır. Allah’a inandığını söyleyen biri her şeyi
materyalist düşünceleri besleyecek şekilde ifade ederken;
dindarlara ve dine saldırmayı meslek hâline getirmiş bazı katı
materyalistler bütün cümlelerini evolüsyonist ve ateist
mülâhazaları hatıra getirecek şekilde kullanmaktadır. Bu
yetmezmiş gibi bir de cümlelerini şuurlu kullanan inançlı
bilim adamlarından rahatsız olarak çeşitli yakışıksız
sıfatlarla saldırmaktadırlar. Sadece bu hâdiseler bile
meselenin ehemmiyetini vurgulamaktadır. Biyolojik
vetirelerin ve bu reaksiyonlarda vazifeli moleküllerin kudreti
ve ilmi sonsuz bir Yaratıcı tarafından hikmetle yaratıldığını
vurgulamamızı aşırı görerek tenkit edenlerin bir kısmı, her
hâdiseyi Allah’a (cc) bağlayan bu üslûbun, gençleri
tembelliğe, düşünmemeye, araştırmamaya, sebepleri reddeden
yanlış bir tevekkül anlayışına sevk edeceğini söylerler.
Halbuki bu çok yanlış ve basit bir tenkittir. Tam aksine,
sebepleri icraatına bir perde yaparak kendini gizleyen Allah
(cc) bu şekilde yapmakla aklımıza daha çok müracaat etmemizi,
merak hissimizle araştırmamızı ve araladığımız sebepler
perdesi arkasında Kendisi’ni (cc) bulmamızı murat etmiştir.
Araştıran, araştırdıkça aşkı ve şevki artan, buldukça
hayretler içinde kalbi ürperen ve gözleri yaşaran,
bulduklarıyla O’nun (cc) büyüklüğünü bir kere daha vicdanında
hissederek imanı kuvvetlenen bir bilim adamının aldığı mânevî
hazzın tarifine de herhalde imkân yoktur. Yukarıda
zikredilen tarzdaki bir bilim anlayışı, sebepleri hiçbir zaman
reddetmez, aksine sebeplere olduğu kadar değer verir. Çünkü
Rabb’imiz hiçbir şeyi sebepsiz yaratmamaktadır. Ancak görülen
sebebin yol açtığı netice, o sebebin zâti ve aslî bir değeri
olduğunu göstermeyip, asıl güç ve kudretin o sebebi, o
neticeyi verecek şekilde hazırlayıp yerleştiren ve o özelliği,
o sebebin mahiyetine dercederek, her an kontrolü altında
tezahür ettiren Kudreti ve İlmi Sonsuz Allah’ta (cc) olduğunu
göstermektedir. Yaşadığımız dünyada ekolojik bir denge
içinde doğumlar, yaşlanmalar ve ölümlerin birbiri ardına
gelmesini her gün seyrederiz. Her birinin hassas bir yeri olan
türlerin yaratılmaları ve yok edilmeleri gibi biyolojik
temelli hâdiselerin işleyişinde birer sebep olarak konulmuş
biyolojik vetireleri de zaman içinde tespit ediyoruz. Hayatın
temeline konulmuş bu kimyevî reaksiyonların ve fizikî
değişmelerin sebebi olarak yapılmış mikroskobik ölçekteki
hücre organellerini, bunların yapısını teşkil etmek üzere inşa
edilmiş organik molekülleri ve nihayetinde atoma ve atomaltı
parçacıklarına kadar uzanan her bir seviyenin hem altında hem
de üstünde iş gördürülen mikrofizik yapı ve süreçleri giderek
anlamaya başlıyoruz. Bunun neticesi olarak vicdanımızda
duyulan, sonsuz ilim ve kudrete dayanan bu plân ve projelerin,
bir yaratma süreci içinde hayat sahnesine çıkarıldığı,
yaşadığımız dünyanın tâbi olduğu zaman ve mekân şartlarına
göre yapıldığıdır. Bir örnek verecek olursak; insanın
yaratılma sürecinde sperm ile yumurtanın buluşturulması ve her
an kontrol altında cereyan eden bölünme, çoğalma, farklılaşma
ve gelişme safhalarından geçerek bir insan hâline gelmesi
ortalama 280 gün sürmektedir. Her ânı yüzlerce mu’cizevî
embriyolojik değişmelerle geçen bu yaratılış süreci, devamlı
olarak hep aynı şekilde cereyan ettiğinden her gün doğan
binlerce bebeği sathî bir nazarla çok basit sebeplere dayanan
biyolojik vetireler gibi görebiliriz. Burada bizi aldatan
hâdisenin nispeten geniş bir zaman aralığında ve zahirî
sebepler perdesi arkasında cereyan etmesidir. Şâyet aynı
bebekler sperm ile yumurta buluşur buluşmaz, göz açıp
kapayıncaya kadar geçen bir sürede yaratılıp doğsalardı,
hayrette kalır ve bu müthiş hâdise karşısında Rabb’imizin
büyüklüğünü hemen anlar ve secdeye kapanırdık. Halbuki aynı
embriyolojik gelişme süreci dokuz ay gibi geniş bir zamana
yayıldığında, çoğumuz bu yaratmanın nasıl bir mu’cize olduğunu
fark etmiyor ve embriyolojik süreçte birer sebep olarak iş
gördürülen DNA programına, protein sentez mekanizmalarına,
mitoz bölünmelere ve biyokimyevî moleküllere uluhiyet
atfederek bütün bunların arkasındaki asıl fail ve mutlak irade
sahibi Rabb’imizi görmüyoruz. Bundan dolayı bütün ilim
adamlarımızın, iştigal ettikleri mevzuları takdim ederken
üslûplarını bu nazarla bir kere daha gözden geçirmeleri,
derslerinde işledikleri her konuyu Asıl Sahib’ini gösterecek
şekilde ele almaları gerekmektedir. Bunun için de biyolojik
yapı ve hâdiselerdeki gâye ve hikmet boyutlu sanatlar zaten
önümüze serilmiş hazır malzemelerdir. Sadece biraz dikkat
ederek, aklımızı ve irademizi, kalbimizin vicdan kaynaklı
hisleriyle buluşturarak, kâinatı hakiki vechesiyle okuma ve
anlama yoluna girebiliriz. Birçoğumuzun ihmal ve göz ardı
ettiği bu meselenin üzerinde ciddi şekilde durulmuş olsa,
sosyolojik ve psikolojik boyutları da hesaba katıldığında,
bugün cemiyet olarak yaşadığımız birçok menfi hareketin ve
huzursuzlukların temelindeki çok önemli bir eksiklik
giderilmiş olacaktır. Birkaç asırdan bu yana mâneviyattan
koparılmış bir bilim anlayışıyla yetiştirilen insanımızın
vardığı yer bellidir. Sahtekârlıkların ardı arkası gelmiyor.
Sahtesi yapılmayan hiçbir şey kalmadı. Dolandırıcılığın her
türlüsü, akla hayale gelmedik biçimde, yapılıyor. Hırsızlıklar
her gün medyada arzı endâm ediyor. Eğitim adına yapılanlar
ortada ve ürettiği gençlik de iş başında(!) Ülkenin çivisi
çıkmış gibi her türlü ahlâksızlık, kap-kaç ve hırsızlık her
yeri sarmış durumda. “Yiğit düştüğü yerden kalkar!” darb-ı
meselinde olduğu gibi, yeniden bir diriliş hamlesi
yapılacaksa, hayat anlayışımız ve dünyaya bakışımızın
şekillenmesinde önemli bir yeri olan biyoloji bilimindeki
gelişmeler doğru yorumlanmalı ve ifade edilmelidir. Bu
zâviyeden bütün ilim adamlarımızın, iştigal ettikleri
mevzuları takdim ederken üslûplarını bu nazarla bir kere daha
gözden geçirmeleri, derslerinde işledikleri her konuyu Asıl
Sahib’ini gösterecek şekilde ele almaları gerekmektedir.
|
|
|
|