Bilim ve Ders Kitaplarında, Allah’a İhtiyaç Duymayan Ateist Kâinat Tasvirleri!
Bu yazımızda, Medreset-üz Zehra Eğitim Modeli’nin daha çok Ders Müfredatı ve Derslerin İşlenme Biçimini anlatacağız. Çünkü Medreset-üz Zehra’nın geçmişteki Medrese ve günümüzdeki Okullardan en belirgin farkı ve ayrıcalığı burada yatıyor.
Şöyle ki: Medreset-üz Zehra Eğitimi, çağımızda geçerli Entelektüel Zekâ ve Hafıza Gücüne dayalı eğitimden çok daha farklı ve ayrı olup; “nefs – kâlp – ruh – his – duygu” eğitimini de içerir. Bu eğitim modelinde, tabiri caizse “Medrese ve Okul ve Cami ve Tarikat / Tasavvuf” ayrımı yoktur. Bunlar birbirleriyle içiçe ve çift yönlü etkileşim hâlinde işlevsel olup, fonksiyonlarını yitirmemişlerdir.
Yani Medreset-üz Zehra’da dersler, “Din Eğitimi” – “Fen Eğitimi” şeklinde ayrı ayrı ve yanyana okutulacak, farklı ve ayrı dersler değildir. Burada Bedi’üzzaman Hazretlerinin kasdettiği model; bilinen Medrese, günümüz Okul veya modern Anadolu İmam-Hatip ve İlâhiyyat Fakültelerinin uygulamalarından çok daha farklı ve ayrıdır.
Bedi’üzzaman; derslerin, Din Eğitimi – Fen Eğitimi şeklinde ayrılmasını kabul etmez. Allahû Teâlâ’nın sadece Din Dersi’nde anlatılıp; diğer derslerin “seküler ve lâik eğitim” etiketiyle; güya “tarafsız”, aslında “ateist ve materyalist” inançlara göre işlenmesini reddeder.
Çünkü gözlem ve tasvirlerimizde, birşeyi ya “fail ve yaratıcısı var(mış)” gibi veya “yok(muş)” gibi ifade ederiz. Bu 2 şıkka eşit uzaklıkta, nesne ve olayları tarafsız ve olgusal ifade edebileceğimiz 3. bir ihtimâl yoktur. Var – yok’a eşit mes’âfede bir gözlem ve ifade biçimi yoktur. Kaldı ki, bu konuda “tarafsızlık” mümkün olsaydı bile; “tarafsızlık” kendi başına bir değer zaten değildir! Yani insan her zaman “iyi – doğru – güzel”den taraf olmalı ve açıkça desteklemeli.
Sonuç olarak; “Allah – Peygamber – Ahiret”, sadece “Din” ve “Din Dersi”nin konusu olmayıp; “Fizik – Kimya – Biyoloji – Tarih” gibi derslerin de ana konusudur. Yani Fen – Sosyâl – Sayısal tüm derslerin üzerine temellendiği ana zemin ve temel, “Allah”tır. Muhteşem bir sanat eserini anlatırken; ustasından bağımsız, müessirinden hiç bahsetmeden anlatmak mümkün olmaması gibi; kâinattaki eser ve işleyişten bahsederken de, fail ve yaratıcısına atıf yapmamamak mümkün değildir.
Zaten tüm bu derslerin ana mevzu ve konusu da; kâinat ve içindeki varlık ve hâdiselerdir; yani “Allah’ın fiili ve yarattığı eserler; O’nun kevnî âyetleri”dir. Dolayısıyle derslerin, bu ana bilgi ve inanç ve değer’i unutturmadan; yani “tarafsız ve objektif(miş), nesnel ve olgusal(mış)” rolü yapmadan işlenip, ifade edilmesi gerekir.
Bilim/sellik ve bunu anlatan Ders Kitaplarında tarafsızlık ve objektivite mümkün değil demiştik. Evet, evrendeki fizikî – kimyevî veya biyolojik – tarihî hâdise ve durumları, inançtan bağımsız ve tarafsız, yani nesnel ve olgusal ifade etmenin (mantık’ın dili ve dil’in mantığı açısından) bir yolu yoktur.
Başta demiştik ya; herhangi birşeyi gözler – ölçerken ve bu gözlemi fade ederken; ya “Yaratıcı ve yapan / yöneten fail ve ustası var(mış)” gibi anlatır ve tasvir ederiz veya “yok(muş)” gibi. Bu 2 şıkka eşit mes’âfede dıştan veya ortadan bakılabilecek bir gözlem ve ifade noktası; bunlara eşit uzaklıkta 3. bir şık, aklen ve mantıken yoktur.
“Ateist Bilimsellik Felsefesi”nin ürün ve sonucu olan “Bilim”; incelediği olayların tasvir ve ifadesinde, “bu işin fail ve ustası Allah var(mış)”ı kabul etmediği için, zorunlu seçenek “Allah yok(muş)” tarafına sapıp; bu ateist inanca göre Bilimsel İfadeler kullanır. Bilim ve Ders Kitaplarında; “yaratma, yaratılma” yerine “oluşma, oluşum” gibi kelimelerin tercih edilmesi veya “sevki İlâhî, ilham” yerine “sevki tabiî, içgüdü” kelimelerinin tercih edilmesi gibi…
Bu gibi kelime seçimleri ve ifade biçimleriyle; olaylar failsiz anlatılarak, yani öznesiz cümleler kurularak; “güya o olayın tabiî ve doğal bir biçimde, tesadüfen veya bir takım sebep – kuvvetlerin zorlamasıyla, (haşa!) Allah’a ihtiyaç ve zaruret olmadan, O olmasa da zaten o olay olabilir ve olur ve zaten oluyor!” alt / subliminâl mesaj ve inancı, bilinçaltımıza gönderilir.
Elhasıl mevcut Bilim, güya inançtan bağımsız ve tarafsızız yalanıyla, olayların tasvir ve ifadesinde “Allah yok(muş), varsa bile bu iş / işleyişe karışmıyor(muş)!” inanç ve tarafında olup; kendisini mürşid seçenlere, bu batıl inancını dayatıp, sinsice bilinçaltımıza ilka ve şırınga eder! Virüslü Subliminâl Mesajlar; “evrensel bilim, saf ilim” kılıfıyla, bilincimizin filtrelerine takılmadan, biz farkında olmadan bizi kodlar ve programlar.
Bilim’in bu “yok(muş), varsa bile kâinatın varlık ve devam ve işleyişinde, ne mantıken ve ne de gözlemsel veya ampirik olarak O’na ihtiyaç ve zaruret yok(muş)” inancını tutan ve sanki bu inanç mantıksal ve deneysel olarak gözlenip – ispatlanmış gibi Bilimsel İfadeler kullanan Bilim ve Ders Kitaplarının revize edilip – güncellenmesi gerekiyor.
Anaokulundan başlayıp, tâ Üniversiteye kadar hemen hemen tüm Ders Kitapları, hep bu ateist – materyalist inanca göre şekillenip, dizayn edilmiş. Tüm bu kitaplar; sanki bu “inanç”, Bilimsel bir bilgi ve doğru(ymuş) gibi yapılan Kâinat Tasvir ve Açıklamalarıyla dolu!
Okuldan başka; TV ve diğer medyalarda bilgi ve haberlerin sunuluş şekliyle; bilimsel kitaplar ve biliminsanlarının bilgi’yi ifade biçimiyle; elhasıl bu bilinçaltı telkin ve enformatik virüslü, kirli altmesaj saldırılarına, dünyaya gözümüzü açtığımızdan itibaren maruz kalıyoruz. Bu taarruzlara, kendimizi savunacak zırhlarımız; bu virüslü kod / mesajları tanıyıp, filtreleyip – silecek Antivirüs Programlarımız da yok!
Seyrettiği film – haberler, okuduğu kitap – gazetelerle; hergün yüzlerce kez, bu gizli ve sinsi telkin ve hipnoz bombardımanına maruz kalan bu öğrenci, kişi; isterse haftada 100 saat Din Dersi görsün, 1000 saat Hafızlık Eğitimi alsın, 10000 sayfa Siyer – Hadis – İlmihâl okusun; herhangi bir etki ve te’siri olmaz veya çok az ve geçicidir…
Zaten diğer ders(ler)e girince, “Allah” (C.C.), beynindeki Din Dersi Kısmında, sadece bir ezber olarak kalacak! Dışarı çıktığında, kâinatta gördüklerini “Allah’ın işi ve eseri, rızkı ve ni’meti olarak” görmek istese de gör(e)meyecek! Bu kişinin “herşeyi Allah yarattı / yaratıyor, bu ni’metleri bize O in’âm ve ihsan ediyor” demesi; önceden kendisine öğretilmiş bir ezberin tekrar ve taklidinden başka birşey olmayacak. Tıpkı, kendisine doğru şıkkı öğretilmiş bir soruda, kişinin o şıkkı işaretlemesi, o sorunun çözümünü bildiği anlamına gelmemesi gibi.
Çok ilginçtir ki: Çocuğumuzu hıristıyan, katolik veya azınlık okullarına göndermekten kaçınıyoruz ama bu, ateist – materyalist eğitim politikasına sıkı sıkıya bağlı okullara göndermekten hiç çekinmiyoruz!
Aşağıda, anaokulundan – üniversiteye kadar hemen hemen her ders (ve bilim) kitabında geçen / geçebilen; sanki “Allah yok(muş) varsa bile bu işlere karışmıyor(muş); herşey belli neden – sonuç ilişkileri ve zorunlu doğa kanunları nedeniyle, kendi kendine ve otomatik işleyebilir ve işler(miş) ve zaten olan da sadece buymuş!” amentü ve inancı, yani inkâr ve şirk felsefesine göre düzenlenmiş, “yağmur” tasvir ve açıklamalarını veriyoruz:
“Yağmur nasıl Oluşur ve Yağar? Yağmurun Mekanizması
Yağmurun oluşmasında 2 işlem gerçekleşiyor. Yoğunlaşma ve buharlaşma. Güneş ışığının etkisi ile her gün yüz binlerce metreküp su buharlaşarak atmosfere doğru yükseliyor. Ve yükseldikçe soğumaya başlıyor. Öyle birân geliyor ki su buharı ısının çok düşük olduğu bir bölgeye geliyor. Soğuk hava katmanına rastlayan buhar tanecikleri havadaki toz parçacıklarına tutunarak su damlaları haline dönüşüyor. Bunlar birleşerek bulutları oluşturuyor. Bu su damlacıklarının yeryüzüne düşmesi yani yağmur oluşturması için belirli bir büyüklüğe gelmesi gerekiyor. Bu da yüz binlerce su damlacığının birleşmesi anlamına geliyor. Yeterli büyüklüğe ulaşınca yerçekiminin etkisiyle yere düşmeye başlıyor… Yağmurun yağması için su damlalarının belirli bir büyüklüğe gelmesi gerektiğini söylemiştik. Bu da damlaların birbiri ile birleşmesi ile olmaktadır… Buluttaki su tanecikleri rüzgârın etkisi ile bir oraya bir buraya itilirler. Birbirlerine çarptıkça birleşerek su damlacıklarını oluştururlar. Oluşan su damlacıkları da kümeleşerek ‘su damlalarını’ meydana getirirler. Bu damlalar belirli bir ağırlığa ulaşınca havadan daha ağır hâle gelerek yere yağmur olarak düşerler…”
“Deniz, göl ve akarsularda bulunan su, Güneş’in etkisiyle buharlaşır. Göğe yükselen su buharı atmosferde soğuk hava tabakasına rastlayınca küçük su damlacıklarına dönüşür. Su damlacıkları bulutları oluşturur. Bulutların içinde bulunduğu hava soğursa binlerce damlacık birleşerek su damlalarını oluşturur. Gittikçe su damlaları büyür, ağırlaşır ve yağmur olarak yeryüzüne iner…”
“Peki insanlar için de yaşamsal nitelik taşıyan yağmurlar ne şekilde oluşur? Öncelikle yeryüzünde bulunan su kaynaklarından güneş ışığının etkisiyle suyun bir kısmı buharlaşma yoluyla yükselir. Yükselen su buharı, gökyüzünde soğuyarak yoğunlaşır ve tekrar su haline dönüşür. Dönüşen su taneleri, kütleleri nedeniyle hızla tekrardan yeryüzüne doğru inerler. Bu hava olayına yağmur ismi verilmektedir. Yeryüzünde bulunan kaynaklardaki sular buharlaşır ve gökyüzündeki su damlacığı dolu bulutları oluşturur. Gökyüzündeki bulutlar ise farklı yoğunlaşma ve yoğuşma olayları sonucunda oluşmaktadır… Bu küçük bulutların içerisindeki su buharı, yeryüzüne tekrar düşmeye yetecek kadar yeterli olmasa da bu bulutlar, başka bulutlarla birleşerek daha büyük su kitleleri oluşturabilirler…”
Şimdi, gözünü açtığından beri, bu “ateist ve materyalist, determinist ve natüralist” felsefenin aksiyom ve inançlarına göre düzenlenip kurgulanmış, bu “yağmur” tasvir ve açıklama ve telkinlerini binlerce defa okumuş bir öğrenci: “Rabbim bu iş / işleyişin neresinde!? Bilim, evrendeki şeyleri böyle Bilimsel olarak izah edip, nedenselleyebiliyorsa; yani herşey böyle ‘sebep – sonuç, kanun, madde – enerji, otomatik mekanizmalarla’ açıklanabiliyorsa; benim iman ve inanmak için gerekçem nedir?” sorusunu sormaz mı!?
Halbuki, kâinata Bilim’in “parçalayıcı” ve insan zihnini “kesrete dağıtıp – boğdurucu” bakışı yerine; dinimizin “birleştirici ve bütüncül (holistik)”, — daha doğru ifadeyle — “Tevhid / Vahdet” nazarıyla bakarsak, görürüz ki: Allah’tan başka hangi sebep, yeryüzünde tonlarca suyu göğe kaldırıp – arıtır; O’ndan başka hangi fail başımızın üzerinde tonlarca suyu gezdirip, muhtaçlara nakil ve yetiştirir!?, Allah’tan başka hangi müessir, yağmuru kâinattan terkip edip; sonra da usulca, yaprak ve çiçekleri delip parçalamadan indirir!?, Allah’tan başka hangi sebep, uzay boşluğunda sür’âtle dönen dünya gemisine, hergün tonlarca “elma, bal, süt”ten ırmaklar akıtır ve gönderir!? (Yeryüzüne günde, “yağmur” gibi gönderilen; yani “ağaç” musluklarıyla akıtılan veya “arı, inek” kanal / borularıyla iletilen tüm “meyve, bal, sütlerin” miktarları binlerce tondur!), Allah’tan başka hangi neden, hangi fail; anne karnındaki bebeği, göbeğine çektiği bir kordonla karnından; doğduğunda da, dişleri olmayan ve katı yiyecekler için sindirim organları gelişmemiş o bebeği, annesinin göğsünden; böyle en lâzım ve lâtif bir ni’meti gönderip – besleyebilir!?…
Bedi’üzzaman Hazretlerinin (R.Â.) Risale-i Nur’da mantık ve mefhum itibariyle ifade ettiği gibi: Kâinattaki fiil / faâliyet, eser ve olaylara; “iman” ve “tevhid” nazarıyla bakarsak; görürüz ki mikrodan makroya geçerli tüm bu fiil ve eser ve (Tabiât – Fizik Kanunu değil) İlâhî Kanunlara; hiçbir sebep, hiçbir tesadüf, hiçbir tabiât, hiçbir varlık parmağını sokup, karıştıramaz! “Bu fiil ve eserlerde, benim de yetkim ve etkim var” diyemez!…
Elhasıl kameramızın kadraj ve odak ve zum noktasını iyi ayarlayıp, olaylara nereden bakacağımızı iyi hesaplamalıyız. Olaylara yanlış bakarsak; göreceklerimiz de, giydirip – yazacağımız senaryolar da yanlış olur. Kameramızın açısına girenleri, “gökteki tek Güneş’i inkâr ve reddeceğim” niyet ve inancıyla senaryolaştırırsak; sonra Güneş’in yeryüzündeki her yansıma ve timsâl, ısı ve ışığını yerdekilerden bilmek; yani Rabbimiz’in isim ve sıfat, tecelli ve tezahür, fiil ve eserlerini; “çeşitli madde ve kuvvet, sebep ve tesadüf, zorunluluk ve kanunlara” vermek; olayları böyle nedenselleyip, tasvir ve açıklamak zorunda kalırız! O zaman, herşey; “yumurtadan kuş çıkması, insandan insan çıkması, tohum – topraktan ağaç çıkması, tahta ağaçtan meyve – çiçek çıkması, göğün ortasından yağmur gelmesi…”; hepsi bize “tabiî ve normâl ve mümkünmüş” gibi görünmeye başlar! Bütün bu olanların; Allah’ın fiil ve eseri, mu’cize ve âyeti, ni’met ve ihsanı olduğu, unutulmaya ve görünmemeye başlar!
Olanlar “mümkün” olduğu için olmuyor; olduğu için biz “mümkün(müş)” zannediyoruz!
Öğrenciye “Allah’ın kesintisiz fiil ve devamlı yaratmasıyla kaim ve daim olan evren ve madde ve insan” şeklinde anlatılacak Fizik – Kimya – Biyoloji – Tarih ve diğer dersler; bu arka fonda yapılacak “atom, kâinat, madde, insan” tasvir ve anlatımları; bir inancın telkin ve empozesi anlamına gelmez. Kaldı ki insanların, kendi çocuklarını, kendi inanç ve dinlerine göre yetiştirmeleri gayet olağan ve normâldir. Üstelik bu hak din İslâm’sa, normâlin üzerinde farzdır. Dahası; kendisi daha başlangıçta Allah – Peygamber sevgisi vermezse; zaten mevcut kültür ve medya, devlet/okul ve arkadaşları, kendilerinkini verecektir!
Diğer yandan; en basit mantık kaidesiyle bile “eser, fiilsiz; fiil de failsiz”; elhasıl “eser, ustasız ol(a)mayacağı” için; kâinattaki tüm fiil / faâliyet ve sonuçları olan eserlerin, Allah’ın fiil ve eseri olduğu sonucuna varmak ve bu mantıkî sonuca göre dersleri anlatıp, işlemek; zaten aklen vacib ve zarurîdir. Yani bunu bilmek için İslâmiyet’i öğrenip, müslüman olmaya bile gerek yok, birazcık mantık bilmek yeterli!
Çünkü bir “yemek” ve “yemeğin yapılış şekil / neden – nasılından” bahsediyorsak; asıl fail ve özne ve sebep olan, üstelik “tencere – bıçak – ocak – soğan” gibi nesneleri alet ve sebep olarak atayan ve kullanan “aşçı ve ustadan” bahsetmemek, mantıken mümkün değildir.
Güya “bilim/sellik ve tarafsızlık” adına; yemeğin tasvir ve açıklama ve sebebini “aşçı yok(muş) ve aşçıya zaruret ve ihtiyaçta yok(muş)” şeklinde; yani “ateizm inancına” göre dizayn etmek saçmadır. Yani aşçısız; tencere – tava – bıçak – soğan – biberin kendi kendine ve tesadüfen, pencereden giren rüzgârın çarpıştırıp – birleştirmesiyle (siz bu “rüzgâr”a isterseniz “elektromagnetik itme – çekme” deyin, daha “bilimsel” görünür!) bu yemeği yapabilmesini mümkün görmek; üstelik bu mümkün’ün gerçekleşipte, yemeğin failsiz ve ustasız olduğunu iddia etmek saçmadır!
Bunun “mümkün olabileceği” ve “olanın da bu mümkün’ün vuku’ ve gerçekleşmesi olduğu” inancını savunmak safsata; üstelik kendi üzerine kapanan bir kısır döngü ve totolojidir! Bu inanç, iddia güya Bilimsel olarak gözlenip – ispatlanmış ilmî bir veriymiş gibi; dersleri, failsiz ve öznesiz, aşçısız ve ustasız anlatmak ise, daha büyük bir safsata ve yalandır!
Bu, “kısır döngü (fasid daire) ve totolojidir” dedik; çünkü olanlar, “mümkün” olduğu için olmuyor, olduğu / olageldiği için biz “mümkün(müş)” zannediyoruz! Yani “mümkün tanım kümemizi” biz, olanlara bakarak oluşturuyoruz. “Olduğu için, ‘demek ki mümkün(müş)” diye inandığımız şeylere, biraz sonra “demek mümkün ki, oluyor(muş)” diye; delil – netice / ispatı ters çevirerek inanmaya başlıyoruz!
Elhasıl, tasvir ve gözlemlerinde “fail” ve “özne”yi kabul etmeyip, üstelik reddeden Bilim’in Bilimsellik Felsefesi’nde “kim” ve “niçin” (ne için, failin amaç ve gayesi nedir) soruları yoktur. Oysa, bu soru ve cevaplarından mahrum hâldeki Bilim, “nasıl ve neden” sorularına bile cevap veremez. “Marangoz – masa” veya biraz önce yukarıda verdiğimiz “aşçı – yemek” örneğinde olduğu gibi.
Halbuki aşçı ve ustayı işe katmadan yemek veya masanın “nasıl yapıldığının” tasvir ve açıklaması eksik ve yanlış olmaya mahkûmdur. Yani; Ateist – Materyalist İnançlara göre şekillenmiş ve sanki bu inanç doğru ve ispatlanmış gibi Bilimsel İfadeler içeren Bilim ve Ders Kitapları, eşyanın “nedeni”ni geçtik, “nasılı”nı bile tasvir edemez!
Elhasıl, varlık ve olayları, Neden – Sonuç / Determinizm ve İlliyet Şablonuna oturtup, bu Paradigmaya göre tasvir etmek; yanlış ve eksik bir yöntem ve uygulamadır. Mevcut Bilim ve buna göre yazılmış Ders Kitapları, bu hâliyle “inkâr” ve “şirk”in delil – ispatına çalışır! “Evrensel Bilim” kandırmacasıyla, takmaya ikna ettiği “bilimsellik gözlüğü”yle; insana, kâinatı “ateist” veya “agnostik” bir renkte gördürür. Elhasıl “bilim / bilimsellik” denilen şey; hakikât ve asılda, “ateist ve materyalist, determinist ve natüralist” felsefe ve inançlara meşruiyet zemini açmaya çalışmanın bir yöntemi olmaktadır!
İnsan nazar ve zihninin, Bilimsellik Felsefesine göre formatlanması; içte “şüphe” tohumlarının yeşermesine sebeptir. Bu da (Allah korusun) “Allah’ı inkâr veya şirk”e veya inandığımız Allah’ın (Hıristıyanların Tanrısı gibi) “İlk Neden Tanrısı”na dönüşmesine sebeptir! Güya; Ulûhiyyet ve Rububiyyet ve icraatında, yardımcılara muhtaç ve ortak (şerikleri) var!
Eğer iş bu noktaya gelirse, o zaman; “herşeyin neden – sonuç illiyyet ve zincirleriyle bağlandığı, herşeyin madde – enerji, kanun ve tesadüf – zorunluluklarla tasvir edildiği ‘mekanistik’ bir evren de Rabbimiz ne iş yapar?” sorusuna ne diyeceğimizi şaşırırız!…
Halbuki bırak ne yaptığı, (eğer mümkün olsa da arıya sorsak) belki kendinden ve üzerinde yapılandan bile haberi olmayan “arı” için; “arı, bal yapar”, “ağaç, elma yapar / elmaya sebeptir” veya “bitki, fotosentez yapar” diyerek, bunları bal, elma, fotosentezin fail ve ustası olarak göstermek… Yani müthiş ilim – irade – kudret ve şuur gerektiren “bal, elma” gibi şeyleri; yanında veya içinde, bitişik olan diğer bir nesne / olayla açıklamak, inandırıcı olmadığı gibi rasyonel de değildir.
Bu, Mona Lisa’daki sanat ve inceliğe sebep olarak, boya – fırça hareketleri ve tuvali göstermekten çok daha mantıksız ve irrasyoneldir! Elhasıl, Bilim(sellik)in “Madde ve Enerji + Uzun Zaman + Tesadüf ve Zorunluluk = Herşey Mümkün!” denklemi, yanlış bir denklem ve inanç!
Sebeplerin Rolü
Bedi’üzzaman, kâinattaki işleyiş ve düzende, sebeplerin varlık ve hikmetini reddetmez. Sebep – Sonuç Münasebetinin, Allahû Teâlâ’nın yaratma biçimlerinden biri olduğunu kabul eder; yalnız şu farkla: Sebep, sonucu yaratmıyor; sonucu inşa veya kâinattan sentez ve terkipte etmiyor. Yani “sebep”i de, “sonuç” ismi verilen şeyi de yaratan; terkip ve inşa eden sadece Allah’tır. (C.C.)
Olayları Sebep – Sonuç Şablon ve Paradigmasıyla (Determinizm / Nedensellik / İlliyet) tasvir etmek; şuna “sebep”, buna “sonuç” etiketi takmak; realitede olmayan, zihinsel bir işlem ve isim vermedir. Bu zihinsel akıl yürütme sonucunda ortaya çıkan, “ağaç – elma – elmadaki çekirdek – ağaç – elma” gibi ifadeler, “tavuk – yumurta” kısır döngüsüne yolaçıp, böylece “sebep” ile “sonuç” devamlı yerdeğiştirir.
“Ağaç” ile “elma” arasındaki zaman–mekânsal içiçelik ve yakınlık, ardardalık ve istikrar; ağacın elma yapabileceği ve yaptığı; “ağaç, toprak, yağmur, bulut, hava” her neyse, her biri veya toplamının, kâinattan elma sentezleyebilecekleri inancına yolaçmış!
Halbuki elmanın yaratılma veya inşa ve terkibine sebep ve fail olabilmek, böylece elmayı bize ni’met ve rızık olarak verebilmek için; elmayla bağlantılı tüm kâinata hükmedebilecek bir kudret ve ilim gerekiyor. Çünkü “Güneş, dünya, dünyanın dönme ve eğimi, bunların bağlı oldukları diğer seyyare; gece – gündüz ve mevsimler”; elhasıl Rabbimiz’in kâinatın başlangıcından beri devam eden sayısız fiil / faâliyetleri nesnelere yaptırması, onları alet edevat olarak kullanmasıyla, bunun sonucunda, bugün “elma” yiyebiliyoruz. Yani “birşey, herşeysiz; herşey de, birşeysiz olmuyor.” Yani elmanın sebebi, tüm kâinat; yani Rabbimiz elmayı, “kâinat tezgâhında” dokuyor. Bu işin yapılmasını faraza, Rabbimiz sebeplere bıraksa, onlar kendi başlarına ayakta bile duramazlar, nerede kaldı ki birşeylere “sebep” ve “alet” ve “aracı” olabilsinler!
O hâlde elmanın terkip ve icad ve inşasına sebep ve fail kim ise; kâinatı yaratan ve yöneten ve sebep olan da O olabilir. Çünkü kitabı yazan, içindeki cümleleri yazandan farklı olamaz; cümleleri yazan da, o cümlelerin oluştuğu kelime ve harfleri yazandan başkası olamaz!
Demek zerre veya atom “kalem uçları” veya kalemin kâinat sayfalarına temasta “yazdığı nokta” ve izdüşümleriyle; herşey Rabbimiz’in Kudret Eliyle var oluyor ve varlığını devam ettiriyor. Demek herşeyin varlık ve devam sebebi O…
O hâlde “arı” veya “ağaç”, bal ve meyvenin ancak çıkış sebebi, nüzûl / inzâl yeri, gönderiliş musluğu olabilir. O hâlde “bal” hakkında şuur – ilim – iradesi olmayan arı için “arı, bal yapar; bala sebeptir” yanlış ifadesi yerine (çünkü “yapar” kelimesi, şuurlu ve yaptıkları hakkında ilim ve bu konu hakkında yapma iradesi gösteren biz insanlar için kullanılabilir, arı için değil); “arıya bal yaptırılır, arı eliyle bal gönderilir; arı, zarf ve hizmetçisiyle bal ulaştırılır” gibi ifade ve kelime seçimleri gramatik ve mantıksal açıdan doğru olandır.
İslâmî, yani İlmî açıdan da doğru olan budur; çünkü Allah’ın “Ulûhiyyetinde” (ilâhlıkta) ortağı olmadığı gibi, “Rububiyyetinde” (terbiye, icraat ve fiillerinde de) ortak ve yardımcıları yoktur. Bu açıdan, birşeyleri, kendi cinsinden olan başka şeylere “sebep” olarak görmek ve göstermek “gizli şirk” olup, “tevhid”e aykırıdır.
Yani Allah’tan bağımsız ve ayrı ve O’na muhtaç olmadan “sebep”in, o şeyi yapabilecek özellik ve kuvvette olduğuna ve yaptığına inanmak! Ekmek kestiğimiz bıçağın, Allah’a ihtiyaç ve zaruret olmadan, zaten o ekmeği kesebilecek (katılık ve keskinlik gibi) özelliklerde olduğuna inanmak gibi. “Ateş”in, O olsun olmasın, yakabilecek kuvvet ve özellikte olduğuna inanmak gibi… Elhasıl “sebep” ve “sonuç” ismi verdiğimiz herşey; etken değil, edilgen / etkilenen; fail ve masdar değil, münfail ve mahâldir.
“Madde” ve “sebepler” hakkındaki bütün bu inanç ve kanaâtler; genel ifadesiyle “La İlâhe illâllah”a aykırı olduğu gibi; özelde ve hususî olarak “La Havle velâ Kuvvete illâ Billâh”a da aykırıdır. Elhasıl “hayır – şer”, kâinatta tüm fiilleri “yok”tan yaratan ve “var(lık)”tan inşa ve terkib eden Allah’tır.
Sonuç olarak: Medreset-üz Zehra Eğitim Modelindeki “Ders Müfredatı” ve “Derslerin İşleniş Biçimini” anlamak ve doğru ifade etmek için; Rabbimiz’in, kâinat ve insanla münasebet ve illiyetini, vakıâya mutabık, yani doğru görmek ve bunu doğru ifade etmek önemli. Bunun için de, “sebep – sonuç” kavram ve ayrımlarının, ne manâya geldiğinin netleşmesi gerekiyor.
Haftaya; “Etken Sebep’ler içerisinde, cihaz ve aletçe en zengini; üstelik hayat ve şuur, akıl ve ilim sahibi olan insanın; kendi yapıp etme / fiillerinde etken midir, edilgen midir?, Cüz’î irade / kesb / ihtiyarıyla niyet ettikten sonra, gerçekleştirdiği fiillerini kendi mi yapıyor / yaratıyor; yoksa (kâinattaki tüm fiil / faâliyet ve ibda – inşa – ihtirâ / icadlar da olduğu gibi) insanın fiill ve eserlerini de Allah mı yaratıyor?, Bu gibi konularda, imanımızı; inanç seviyesinden, bilgi seviyesine; taklid’den tahkik’e nasıl çıkartıp; yakîn sahibi olabiliriz?” gibi sorulara cevap arayacağız inşâallah. Vesselâm.