Hayvanlar gıdaları olan av(lar)ını nerede arayacaklarını bil(e)memek ve avlayacakları hayvanları bulsalar da nasıl – neyle avlayacaklarını bil(e)memekten dolayı açlıktan ölselerdi;
gene soğuk – sıcaktan korunmayı bil(e)medikleri için zorlu hava şartlarından ölselerdi;
ve nasıl üreyeceklerini bilmemelerinden ve üremeyi başaranlar da doğan yavrularına nasıl – neyle bakacaklarını bilmediklerinden ölselerdi; veya uçurum, ağaçtan düşmek gibi yollarla ölselerdi (yani yerçekimini bilmediklerinden, boşluğa adım atmanın, “düşmek ve ölmek” gibi bir netice verdiğini bilmeselerdi);
aynı şekilde, havaya ihtiyaç ve hava soluduklarını bilmedikleri için, denize atlayınca havasızlıktan boğulacaklarını bilmeselerdi veya yüzme bilmediklerinden boğulsalardı;
yani hayvanların akıl – düşünme, bilgi üretme / biriktirme, yeni çıkarımlar yapma ve bu bilgi – tecrübelerini birbirlerine aktarma gibi yetenekleri olmadığı için, hayvanlar çok az çeşit ve türde olsaydı ve bu türlerin de çok azı hayatta kalabilse ve neslini sürdürebilseydi ve bunlar da gün geçtikçe azalsaydı…
Bütün bunların sonucu olarak : Hayvanlar âleminde kaza, belâ, hastalık, açlık, soğuk – sıcak, boğulma, düşme vb. sebeplerden dolayı “ölmek” asıl, “yaşamak” istisna olsaydı; “bilim” buna herhalde şöyle bir açıklama getirirdi : “Hayvanlarda akıl – düşünme, bilgi üretme / biriktirme, yeni çıkarımlar yapma ve bu bilgi – tecrübelerini birbirlerine aktarma gibi yetenekler olmadığı için; bunların doğmaması ve doğanların da kısa zamanda ölmesi olağandır, dolayısıyle yaşamaları fazla rastlanan bir durum değildir. Bu sebepten yeryüzünde çok az çeşit ve sayıda hayvan bulunmaktadır ve bunların da hergün milyonlarcası ölmektedir. Bu sebepten yeryüzündeki tüm hayvan türlerini biz beslemeli ve tehlikelerden korumalı ve üremelerini sağlamalıyız. Yoksa birkaç sene içerisinde yeryüzünde hiçbir hayvan kalmayacak!…”
Gelelim bunları niye anlattığıma. Hayvanların dünyasında durum yukarıda yazılanların tam tersi olduğu, yani hayvanlarda akıl – düşünme, bilgi üretme / biriktirme, yeni çıkarımlar yapma ve bu bilgi – tecrübelerini birbirlerine aktarma gibi yetenekler olmadığı hâlde; burada yaşamanın asıl, ölmenin istisna olması problemini “bilim” nasıl çözmüştür, daha doğrusu çözmeye çalışmıştır? Evet hayvanlardaki bu durum bir problemdir, çünkü deli bir insan kendi başına, akıllı birinin yardımı olmadan hayatını devam ettiremediği gibi; deli olan anne – baba, deli doğan yavrularına da bakamaz! Çünkü deli bir insanın durumu ile hayvanların durumu arasında; akıl – düşünme, bilgi üretme / biriktirme, çıkarımlar yapma ve bu bilgi – tecrübelerini birbirlerine aktarma gibi yetenekler olmaması açısından ayniyet veya benzerlik vardır.
Sorumuzu tekrarlarsak : “Bilim”, akıl ve fikirden yoksun olan bu hayvanların, kendilerinden beklen(e)meyecek bu, akıl – şuur – bilgileri varmış gibi, faydalı ve bir amaca yönelik hareketlerini nasıl izah ederek, milyonlarca yıldır tekrar eden bu hadiseyi nasıl “mümkün” ve “olağanmış” gibi göstermiştir!? Düşünce ve bilgi üret(e)meyen bu hayvanlarda imkânsızın gerçekleşmesi anlamına gelen; yani rasyonel prensiplerle, aklın kurallarıyla açıklanamayan bu mu’cizevî olayı nasıl anlamlandırıp, bunu doğaiçi hangi sebebe bağlayarak; böylece nasıl Rabbimizle, Rabbimizin Sevk ve İlham-ı İlâhî’siyle bağlantısını koparacak, bu bağlantıyı aklın gözünden nasıl saklayacaktı!? Cevap : “Bütün bunlar hayvanlardaki ‘içgüdü’ ve ‘sevk-i tabiî’ ile oluyor” diyerek! Yani “sebep” olarak, yeryüzünde hiç kimsenin görmediği ve varlık ve rolünü ispatlayamadığı “içgüdü” olsun, “tesadüf” olsun, “tabiat – rastlantı” olsun, “sevk-i tabiî” olsun; yeter ki “Sevk-i İlâhî” olmasın!, Tanrı olmasın!, İlle doğanın içinden bir sebep olsun!” diyerek…
“Bilim”, sebebini rasyonel ve görünen nesnelerle izah edemeyip, madde ve doğaiçine indirgeyemediği (hakikatte hiçbirşey “doğaiçine” ve “madde – enerji”ye indirgenerek açıklanamaz, sadece “açıkladım” imajı uyandırılır, o kadar) ve asıl ve tek sebebin Rabbimiz olması ihtimalini hiç değilse “teorik” olarak bile kabul etmeyip, bilakis “olamaz” deyip reddettiği bu olayın sebebi ve nasıl olduğuna; “içgüdü – sevk-i tabiî” gibi bir isim vererek, yani bir bilinmeyeni başka bir bilinmeyenle güya açıklamış ve çözmüş olma illüzyon ve aldatmasına başvuruyor!
Ve asıl ilginç olan da, kimsenin aklına : “Yahu bu (fiziksel olmayıp, doğaüstü ve mistik!) ‘içgüdü’ ne menem birşeymiş ki; öyle bir ilim – irade ve kudret sahibi ki tüm hayvanların herbirini tek tek tanıyıp, tek tek hepsini kontrol ediyor, onları kollayıp, (hepsinin değil) herbirisinin o an neye ihtiyacının olduğunu bilip, herbirisini yönetebilip, yönlendirebiliyor!?” sorusu aklımıza gelmiyor! Gelmiyor, çünkü “bilim”in her söylediğiinin “bilimsel” olduğu ve “doğru” olduğu ve “deneysellenip, ispatlanmış olduğu” ve “sadece gördüğü fiziksel şeylerden bahsettiği” ve “objektif ve inançtan bağımsız olduğu” telkinleriyle programlanmışız, “bilim / bilimadamı”na olan güven ve inanç sihriyle sihirlenmişiz! İsterseniz deneyin : Cümlenizin başına “bilim / bilimadamları diyor ki, bilimsel bir gerçek ki, bilimsel bilgi” gibi bir söz ekleyin, böyle diyerek, “bilim”in her dediğini dogmatik ve taklidî bir biçimde, sorgulamadan kabul edip, inanan ve güvenen birisini ikna etmemeniz mümkün değil!… Sanki “bilim”e (science) karşı olmak, “bilgi / ilim”e (knowledge, information, data) karşı olmakla eşanlamlıymış gibi.
Hepimizin vücuduna, “bilim”e hâkim olan ateist ve materyalist felsefenin yanlış bilgi – inanç virüsleri, “bilim / bilimsel / bilmsel gerçek” şırıngalarıyla, biz farketmeden şırınga edilmiş! Şimdi azbuçuk okuyup – yazmış hemen hemen herkes bu virüslerin etkisiyle kâlbi ve ruhu hasta ama hasta olduğumuzu bile bilmiyor, vücudumuzdaki virüsleri farketmiyoruz, bağışıklık sistemimiz tanımıyor. Herkes böyle olduğu için “normâl” olan da bu oluyor Hemen hemen hepimiz “bilim”in, bu “kurgusal sahte gerçeklik dünyası”nda yaşıyoruz; bu sihrin etkisiyle, çevremizi ve eşyayı bu kurguya göre algılayıp, okuyor ve öyle anlamlandırıyoruz!…
Ama sevindirici olan şu ki : Bu perdeler, bu sahte dünya, Rabbimizi görmemize mâni olamayacak kadar ince ve zayıf ve çürük. Fakat gözümüzün önünde duran saç telinin koca dağı görmemize engel olması gibi de büyük! Bu zayıf büyüklüğün sihrinden kurtulup, bu sahte gerçekliğin farkına varabilmemiz için ilk önce virüsü tanıyıp, iyi teşhis etmeli ki, uygun tedaviyi uygulayabilelim. Ama önce bu hastalık yapıcı virüslerin kâlp ve ruhumuzda açtığı yaraları kapatmak gerek. Ancak ondan sonra doğduğumuzdaki sağlıklı hâlimiz olan, yani başlangıç noktamız olan fıtratımıza dönüp, bu sıfır noktasından başlayıp, — mecalimiz kalmışsa — ilerlemeye başlayabiliriz…