Bedî’üzzaman Said–i Nursî Hazretleri’nin (R.Â.) “Medresetüz Zehra” Projesinin Ders Müfredatı kapsamında; “Bilimsel Bilim’in Eksik – Yanlış – Zararları ve İslâmî Bilim’e niçin Geçmeliyiz? / Metabilgi – Metabilim (Sihrin Yapısı)” isimli kitap çalışmamızın ön hazırlığı niteliğindeki Yazı Dizimize kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Bilimsel Bilim, Allahu Teâlâ’yı niçin kabul etmez? Rabbimiz’i “fail” ve “sebep” ve “açıklama” olarak neden kabul etmez, hatta reddeder!? Bilimsel Yayınlarda niye Allahu Teâlâ’nın ismi geçmez? Daha açık ifadeyle: “Kim” sorusu “evrendeki fiil / faaliyetlerin faili; eserlerin müessiri kim?” sorusu niçin “bilimsel” değildir ve bilimin kapsamına girmez? Bu ve bunun gibi soruların kısa cevabı: Bilimsel Bilim, tarafsız ve objektif olmadığı için! Bilimsel Yöntem, olgusal ve nesnel olmadığı için! Yani felsefe ve karakterleri; ateist ve materyalist, natüralist ve determinist olduğu için!
Gerçi “tarafsız” olmak aslında bir değer ve meziyet değil, yani insan her zaman iyi – doğrudan taraf olmalı; hakikâti desteklemeli. Zaten tarafsızlık denilen şey mümkün değil; çünkü tarafsızlık denilen şey hakikâtte haksız tarafa (zulmüne engel olmadığı için) “indirekt destek” ve haklı tarafa da (hem zulme engel olmadığı ve hem de mazlûma savunma ve hakkını alma desteği sağlamadığı için) “direkt köstek” anlamı da taşır! Yani tarafsızlık mümkün değil, mümkün olduğu durumlar da bile doğru bir davranış değil.
Fakat burada Bilim veya Bilimsel Yöntemin yanlışı; ateist – materyalist tarafta yer alıp, onların avukatlığını yapmasında! Bu yetmezmiş gibi bir de objektif ve tarafsız, inanç ve değerden ayrı ve bağımsız olduğu yalanı söylemesinde!
Evet Bilim’in “olgusal ve tarafsız bilgi, objektif ve seküler, lâik ifade” dediği şey; eşyayı “Allahu Tealâ yokmuş ve — varsa bile — O’ndan bağımsız işleyebilmesi mümkün ve zaten öyleymiş” gibi anlatmaktır! Ve bu önvarsayımı doğruymuş gibi; evreni kendi içinde yatay neden – sonuç ilişkileriyle tasvir ve şematize etmek; direkt neden – sonuç bağlantısı kuramadığı yerlerde de “tesadüf, tabiat, uzun zaman (evrim), kanun, çekim, içgüdü (sevk-i tabiî)” gibi kendi bilimsellik kriterlerine bile uymayan zihnî veya vehmî, soyut ve görünmeyen kavram ve süreçlere atıf yaparak; zihnimize kurguladığı bu deterministik şablonla, kâinatın Allah’tan bağımsız nasıl çalıştığını güya ispat etmektir! Mevcut Bilim’in felsefesi budur ve Bilimsel Yöntemi de buna göre şekillenmiştir.
Bu deterministik şablonla, eşya güya kendi kendine, tabiatından kaynaklanan bazı özellikler ve Uzun Zaman + (Madde-Enerji) + Tesadüf-Zorunluluk = Herşey Mümkün gibi batıl formül ve itikadlarla, saatin altındaki dişliler gibi sanki kâinatın altında da otomatik mekanizmalar varmış, Allah olsun olmasın bu mekanizma ve kanunlar sayesinde evren otomatik olarak kendi kendine işleyebilir ve işlermiş gibi; eşyayı nedenseller ve nasıllama (tasvir) yapar!
Zihnimize çizdiği bu sahte kâinat tasviriyle; evren, Allahu Teâlâ’nın varlık ve icraatını gösteren hiçbir delil ve sebep kalmayan; Allah varsa ve olsa bile ancak kâinatın başlangıcında mekanizmayı yaratmak ve kurmak için İlk Sebep olarak ufak bir rolü olan, (fakat Paralel / Sonsuz / Çoklu, Açılır – Kapanır Evrenler gibi hipotez / senaryolar ispatlanırsa, İlk Sebep Tanrısı gibi ek bir sebebe de gerek kalmayacak olan); elhasıl Bilim’in ışığı herşeyin neden ve nasılını açıklayıp, cehalet boşluklarını kapattıkça; Allah’a inanmak için herhangi bir zorunluluk ve ihtiyaç kalmayacak bir hâle çevrilir!
Yani Bilimsel Bilim’e göre; “tüm dinler, insanların sebebini bil(e)mediği şeylerin veya ölüm, deprem gibi korktuğu olayların neticesi olarak veya mutlu olma, ahlâklı olma, aşkın olana inanma gibi ihtiyaç / arzuları gibi sosyopsikolojik ihtiyaçlardan doğmuş ve mevcut iktidarlar tarafından iktidarı güçlendirme ve savaşçı asker bulma sebebiyle geliştirilmiş… Bilim doğadaki olayların, yağmurun vs. sebebini buldukça, bütün bunların Tanrı’nın işi olmayıp, doğal sebeplerle olduğu bir bir meydana çıkmış… Zaten ‘iman’, insanoğlunun sebebini bil(e)mediği olay / olguları, Tanrı’ya vermesinden doğuyor, yani cehaletten kaynaklanıyor. Bilim cehaleti aşıp, herşeyin sebebini buldukça (herşeyin İlâhî değil, tabiî ve doğal ve tesadüfî – zorunlu bileşkesi olduğunu gösterdikçe), herhangi birşeyi doğaüstü bir güce vermeye ihtiyaç ve zaruret kalmayacak. Yani Bilimsel Bilim’in ontoloji ve epistomojisine göre ‘iman’, ‘bilgi’nin konusu olmayıp, cehaletten beslenen bir duruma karşılık gelmektedir!… Yani Bilim geliştikçe, dinin alanı daralacak; Tanrı’ya kâinatta en fazla ‘İlk Sebep’ olma rolü verilecek… Gerçi var, yok; yokta var olmadığından; ayrıca bazı bilimadamlarının Paralel ve Sonsuz Evrenler gibi senaryolarına göre, İlk Sebep Tanrısına inanmak için de mantıkî bir gerekçe ve ihtiyaç kalmayacak!…”
Evet “bilim” denilen anlayışın, “bilimsel(lik)” denilen paradigmanın tarafsız ve objektif olduğu ve olabileceği konusunda hepimiz yanlış biliyoruz! Çünkü kendisi de bir itikad ve inanç sahibi! Hatta kendisinin de bir metafiziği; hatta çoktanrılı (madde-enerji, zaman, çekim, tesadüf, tabiât, hareket gibi şeylere sonsuz bir kudret bahşeden!) anlayışa dayanan, politeist bir ilâhiyyatı var!
Bilim’in Bilimsel İtikad ve Hurafelerine geçmeden önce, kavram ve kafa karışıklığını önlemek için; “bilim” (science) ile “bilgi” (ilim, data – information – knowledge) ayrımını yapmamız gerekiyor. Bilimsel Yöntem ve Kriterlere göre evren ve içindekilerin gözlem – ölçüm ve incelenmesi sonucu elde edilen bilgi’ye ve bunun Bilim/sellik Felsefesi’ne göre işlenmiş hâline “bilim” diyoruz biz. Yani “bilim” (science) ve “bilgi” (knowledge) farklı ve ayrı. Bilim, evrendeki bilgi’nin dar ve eksik bir türü olabilir ancak. Bilgi’nin “bilimsellik” prizma ve filtresinden geçmiş, yani eksik ve yanlış hâline “bilim” diyoruz biz.
Mevcut Bilim, tanım ve yöntem olarak evrendeki gözlemlerinde ve bu gözlemlerinin ifade ve yorumunda tarafsız ve nesnel, olgusal ve objektif değil! Olması mümkün de değil. Çünkü birşeyi gözleyip, ölçer ve bunu ifade ederken; ya “yaratıcı ve yöneticisi var(mış)” gibi inceler veya “yok(muş)” gibi inceleyebiliriz! Çünkü başka bir ihtimâl; yani her ikisine eşit ve uzak mesafeden bakabileceğimiz; orta veya dış, objektif ve tarafsız bir gözlem noktası yoktur! Tarafsız bir bakış açısı olmadığı gibi; inançtan bağımsız, yani olgusal ve nötr bir ifade biçimi de yoktur! Dahası, hükmün askıya alındığı veya agnostik tavır takınabileceğimiz; yani eşyanın objektiviteye izin verdiği nötr ve flû alanlar da yoktur.
Yani bu konuda agnostik veya tarafsız olunabilecek bir gözlem noktası yok! Bu konuda kurulabilecek nötr, yani inanç ve değer’den bağımsız ve ayrı bir cümle yapısı da yok! Başta dil ve mantığın yapısı izin vermez buna.
Elhasıl mevcut Bilim, madde ve hareketlerine “fail ve yaratıcısı, usta ve işleticisi var(mış)” önvarsayımıyla bakmadığı için; diğer mecburî ve kalan son seçenek olan “yok(muş)” gibi incelemiş ve anlamlandırmış ve buna göre de Bilimsel İfadelerini failsiz ve öznesiz kurgulamıştır! Bu failsiz ifadelerle, kâinatın bir faile ihtiyaç duymadan çalışmasının mümkün olduğu ve vaki olanın da bu olduğu inancını bilinçaltımıza üflemektedir! Yani “eşyanın faâliyet ve hareket, neden ve sonuçları Allahu Teâlâ’nın fiili ve eseri olmadığı, dahası kâinattaki bütün bu işleyişe ne şimdi ve ne de başlangıçta İlk Sebep olarak bile Allah’ın neden ve fail olmayabileceği ve olmadığı” inancını zihnimize işlemektedir!
Hemen hemen her Bilimsel İfade ve Teori; Allahu Teâlâ’nın olmadığı ve olsa bile eşyanın varlık ve devamında, faâliyet ve hareketinde, neden ve sonuçlarında O’na ihtiyaç ve zaruret olmadığı önvarsayım ve hurafesine göre dizayn edilerek, böylece; “Eşyanın varlık ve devam ve faâliyetinde Allahu Teâlâ’ya mantıkî ve ampirik olarak herhangi bir ihtiyaç ve zorunluluk yok! O hâlde niye inanıyorsun, delilin nedir!?” subliminâl mesajını (bilinç ve kulağımızın duyamayacağı kadar derin ve gizli ve fısıltılı, fakat direkt bilinçaltımıza yüksek desibelde) üfler! Bilincin antivirüs programlarında filtrelenmeden, direkt bilinçaltımıza gönderilen bu Yanlış Bilgi Virüsü (program, truva atı); zihnimizde tekrar ve telkinle çalıştıkça, bizi programlar ve kodlar!
Çünkü, bilimsel olarak kurgulanan bu evren inancına göre: “Evren, zaman / mekân / süreci tutan ve çalıştıran bir İlâh veya başka bir doğa dışı sebebi göstermemekte olup; madde ve faaliyetleri gene kendi içindeki sebep – sonuçlar, madde – enerjilerle bağlanıp, açıklanabilmektedir. Madde – enerjinin, varlık ve devamında ve süreçlerinin çalışması ve sonuçlarında; gösterilen sebepler dışında Tanrı gibi bir sebep veya faile ihtiyaç ve zorunluluk yok! Yani kâinattaki bütün bu fiiller, failsiz / öznesiz ve eserler, müessirsiz / ustasız olabilir ve olmaktadır!”
Ülke, din ve milliyetten bağımsız olarak, Bilim’in “bilimsel(lik)” formatından geçmiş hemen hemen herkes, kâinat ve hâdiseleri Rabbimiz’den bağımsız; “sanki Allah yokmuş, olsa bile evrenin işleyişine karışmıyormuş, eşyanın varlık ve işleyişinde O’na ihtiyaç ve zorunlulukta yokmuş gibi; yani kâinat kendi içindeki mekanizma – kanun – enerji ve neden – sonuç ilişki / etkileşimleriyle kendi kendine otomatik bir makine gibi işleyebilir ve işler” gibi okumakta! Ateist – materyalist Bilimsel Bilim’e alternatif ve doğru, hem de ondan çok daha geniş ve derin, zengin ve yüksek bir okuma, araştırma–öğrenme ve gözlem–yorum metodu olabileceğine ihtimâl bile ver(e)memekteler!
Bilimsel Bilginin aktarıldığı Bilimsel İfade ve bunlarda kullanılan kelime ve kavramlardaki mayınlı araziye dikkatle basılmalı! Bilinç ve bakışımızı bozan, anlam haritalarımızı tarümar eden, zihnimizi teshir edip, yönlendiren tuzak ve sihirli ifadelerden kendimizi korumaya çalışmalıyız. Bilimsel Bilimdeki eksik ve yanlış Bilgilerin ve buradan kaynaklanan hatalı mantık örgülerinin ve ulaşılan mantıklı ama yanlış sonuçların farkına varmak; çözümün yarısıdır. Bilim’in bu efsunlu, ilüzyonist dili çözülmedikçe, İslâmî Bilim gibi yeni bir Bilim Paradigması ve anlayışına ihtiyaç olduğunun anlaşılması çok zor!
Sonuç olarak; kâinatı telâffuz ve okumasını bilip, tercüme ve anlamını bilmeyen ateist ve materyalist, natüralist ve determinist Bilim’in, anlam ve mesaja yabancı ve reddeden; yani eşyaya mana-yı ismiyle bakan [“Allahu Teâlâ yok(muş); varsa bile eşyanın nedenselleme ve nasıl faaliyet gösterdiğinin tasvirinde O’na ihtiyaç ve zorunluluk yok(muş)” olarak ta’rif eden] Bilimsel Yöntem ve Kriterleri yerine; İslâmî Bilim’in Kriterleri esas alınmalı, İslâmî Bilim’e geçilmeli. Böylece “kalbi müslüman, aklı kâfir”; şizofrenik kişilik bölünmeleri yaşamamalıyız. Yani içimizdeki parçaları birleştirip, kendimiz ve eşyaya yabanî bakma ve yabancılaşmamızı bitirmeliyiz.
Elhasıl: Bilim’in vahyi kabul etmeyen ve sadece madde’yi inceleyen ve herşeyi madde’ye indirgeyen; yani inceleme ve gözlem sahası sadece “madde” olan materyalist felsefesi ve bu materyalist felsefesinden kaynaklanan Bilimsel(lik) Kriter ve Yöntemleri terkedilmeli; İslâmî Kriter ve Yöntemlerine geçilmeli. “Allah yokmuş gibi” güya tarafsız ve olgusal ifadeler kullanan Bilimsel Yöntem terkedilerek, madde ve manayı birleştiren İslâmî Bilim’in Yöntemleri kullanılmalı.
Çağımızda kendi itikad, yani varlık ve bilgi anlayışımıza göre Bilim yapmıyoruz; sadece olanı taklid ediyoruz! Varlık ve hâdiseleri tasvirlerimiz ve tasvir ederken kullandığımız kavram, metaforlar ve eşyayı sınıflandırma / ayrımlarımız, bizim itikad ve medeniyetimize ait değil! Bu sebepten çevremizde kalbi müslümanken, akıl – fikir ve davranışı müşrik ve kâfir mantığıyla çalışan bir sürü insan var! Önce insanı parçalamışız, sonra da bakışımızla kâinatı parçalamışız!…
Tabir-i caizse; Rabbimiz’den bağımsızlığımızı ilân edebileceğimiz kamusal ve güya nötr alanlar var ilüzyon ve hallüsinasyonları görüyoruz! Bu “ateist – materyalist – natüralist ve determinist” inançlara göre davranmanın adını da “seküler, liberal, nötr ve lâiklik” koyarak, kurgularımızın içine ikinci bir kurgu katmanı daha eklemiş; kendi hapishanemizi kendimizin inşa ettiğini göremiyoruz! Bu hapishanenin duvarları şeffaf ve cam gibi kırılgan, ama dışarıda gidebileceğimiz daha cazip bir yer olmadığından, yani alternatif olmadığından; hapisliğimize razıyız, daha kötüsü çoğumuz mahkûm olduğunun bile farkında değil! Çünkü içine doğduğu ve başka dünya görmediği için, tek dünya, tek gerçek bu dünyası zannediyor; dışarısı yok zannediyor! Kimsenin sorgulayıp, kaçmaya çalışmadığı; zaten kaçacak yerin de olmadığı, gönüllü veya gönülsüz mahkûmlarız! Hatta neredeyse herkes, hapishanenin duvarlarını boyayıp, daha iyi dekore etmek ve sağlamlaştırmak peşinde!
Elhasıl varlık ve eşyadan kopuk, fizik ve kimya gibi Bilimler’e girmesi yasak, “metafizik” diyerek fizik ve varlıktan dışladığımız ve eşyayla bağı varsa ve olsa olsa sadece başlangıçta yaratmak olan bir Allah Tasavvurumuz var! Dokun(a)madığımız için bize de dokunmadığını zannettiğimiz; gör(e)mediğimiz için, bizi de görmediğini zannettiğimiz, işitmediğini düşündüğümüz; bu sebepten her daim unutulmaya ve gözardı edilmeye ve “yok(muş)” gibi davranıp, Bilimsel Pozlar takınmaya müsait; denklem ve cümlelerimizde olmasa da olan bir Allah Tasavvurumuz var! Yemeğe başlarken dilimizle söylemeyi otomatik alışkanlık ve formalite hâline getirdiğimiz; yani dilimizle tekrarlarken bile hatırımıza gelmeyen, bu sebepten besmele çekip çekmediğimizi bile hatırlamadığımız bir Allah’a inanıyoruz!
Yediğimiz elma, soluduğumuz hava, içtiğimiz suya; bu sebepten yolda bulmuşuz, kimse göndermemiş muâmelesi yapıyoruz! Bunlardan istifade ederken; “bunu bize kim gönderdi?” sorusu akla bile gelmiyor! Gelse bile; merak edipte, sorusunu bile kendimizin sormadığı ama cevabı bize peşin öğretilen, başlangıçta ezberletilmiş bir cevabı tekrarlıyoruz: “Allah!” Fakat bu soru bizdeki bir merak ve ihtiyaç duygusundan kaynaklanıp, içimizden doğan, yani bize ait bir soru olmadığı gibi, cevabı da bize ait değil! Çünkü soruyu da, cevabı da biz bulmadık! O soru ve cevabı sahiplenip, kabullenmişiz o kadar; yaptığımız şey bir ezberin tekrarı! Çözümü gösterilmeden, sonuç / doğru şıkkı gösterilmiş bir soru sadece!
Elhasıl sorun: Bilimsel Bilim’in bir yöntem olarak kullandığı gözlem – ölçme / deney ve bunlardan elde ettiği ham veri / data / bilgi’lerde (knowledge) değil; Bilim’in bu bilgi parçalarını birleştirip, işlerken, “bilim (science)” ismiyle kurduğu Bilimsel İfadelerini, kendi ateist–materyalist ve natüralist–determinist felsefesinin, inanç / değer / tarafının rengine boyamasından kaynaklanıyor. Bilimsel Yöntem ve bu yöntemle elde edilmiş Bilim’in bu eksik ve yanlışı; aynı zamanda teori ve modellerini de kısıtlayıp, kâinattan elde edebileceğimiz çok daha geniş ve derin ve zengin bilgiyi de görmeme ve kaçırmamıza ve elde ettiklerimizi de yanlış ve eksik anlamamıza ve kullanmamıza neden oluyor.
Haftaya devam edelim inşâallah.