Bilimsel Bilim’in İman Esasları: Bilimsel Hurafe ve Batıl İnançları

cicek2

Bedî’üzzaman Said–i Nursî Hazretleri’nin (R.A.) “Medresetüz Zehra” Projesi kapsamında; “Bilimsel Bilim’in Eksik – Yanlış – Zararları Ve İslâmî Bilim’e Niçin Geçmeliyiz?” konulu Kitap Çalışmamızın çerçeve yazısı niteliğindeki Yazı Dizimize devam ediyoruz.

Geçen haftaki yazılarımızda; “Yanlış bilmek’, ‘hiç bilmemek’ten çok daha tehlikelidir. Hiç bilmemek ‘cehaletse’, yanlış bilmek ‘kat kat cehalettir’; çünkü bilmediğini de bilmez ki doğrusunu öğrensin, çünkü cehaletine ilmi yok! İşte ateist – materyalist Bilim’in, en dehşetli zararlarından birisi de budur, yani: Öğrenilmiş Cehalet!” demiş.

Başka bir yerde; “Sormadığımız soruların cevabını, kâinatta göremeyiz; görsekte farkedemeyiz. İşte bu sebepten, soruları bilmek, cevaplardan daha önceliklidir. Çünkü doğru soruyu bilmezsek, doğru cevabı da bulamayız; görsekte tanıyamayız. Elhasıl: Bilim, yanlış sorduğu soruların cevabını doğru bile verse; gerçeğin bütününü göstermediği, bilâkis sakladığı için bu cevap yanlıştır; zaten yanlış sorunun doğru cevabı olmaz! Yani ‘Cevap nedir?’den önce, ‘Soru, doğru soru nedir?’i öğrenmeli. Çünkü kâinata neyi sorarsak, ancak onun cevabını farkeder ve alırız; aldığımız cevaplar, sorduğumuz sorulardan bağımsız değildir” demiş.

Ana konu olarakta: “Herhangi bir olayı, sebep–sonuç şablon / paradigmasına oturtarak tasvir etmek; bu Bilimsel İfadeyi okuyan kişi için, altmesaj olarak: ‘Bu işin Allahu Tealâ’yla bir bağlantısı yok; bu faaliyet ve sonuca Allahu Tealâ sebep değil. Kâinattaki bu faaliyet ve sonuçları; çeşitli sebep, madde–enerji, kanunlarla ister istemez tabiî bir zorunluluk olarak oluyor. Yani Allahu Tealâ olmasa da bu işler olur ve oluyor; çünkü mekanizma bu, süreç böyle işliyor. Örneğin Allahu Tealâ olmasa da taş veya yağmur yerçekimi sebebiyle yere düşecek, bu sebep–sonuç / süreçte Allahu Tealâ gibi doğaüstü ve metafizik bir sebep ve fail aramak mantıken gereksiz, yani böyle bir zorunluluk ve ihtiyaç yok!’ talimat / kod / emir, yani Yanlış Bilgi Virüsü / Truva Atını, bilinçaltı kanallarla bilinç ve kâlbe gönderir. Sebep – sonuç kurgu ve şablonuyla paketlenmiş bu subliminal, saklı mesaj, bilinçdışı kanallarla iletildiğinden, bilincin filtrelerine takılmaz. Sesli olmadığı için kulak ve bilincin duymadığı bu gizli fısıltı ve telkin sonucu; kişide farkında olmadan bir bilinç ve sonra da algı ve davranış değişikliği gözlenmeye başlar. Bu virüsü tanıyan bir antivirüs programı, yani bağışıklığı olmayan insan, hastalık kaptığını bile farketmez; kendisini sağlıklı ve kâinattaki varlık ve hâdiseleri doğru görüyor ve algılıyor ve olgusal ifade ediyorum zanneder! Bu virüs defaatla alınıp, bu bilinçaltı kodun taşıdığı mesaj tekrar tekrar çalıştırıldıkça; bu tekrar / telkin / hipnoz ve sihrin sonucu; kişi bilinçaltında buna inanmaya başlar. Farkında olunmadan içeride kök salan bu fikir, bir sonraki aşamada bilinç alanında dal budak vermeye ve davranışlara aksetmeye başlar. Bilimsel İfadelerin yüzeysel anlamının altına saklanmış ve ambalajlanmış bu Derin Anlam; dil ve zihin yoluyla kâlbe girip, işlemeye başlar. Burada kendisiyle çelişik itikadî bilgileri sönükleştirip, bulanıklaştırır ve etkisizleştirir; sonra da siler, atar!” diyerek, sonraki haftalarda “Bilimsel Bilim’in İman Esasları, yani Bilimsel Hurafe ve Bilim’in Batıl İnançları”na devam edeceğimizi söylemiştik. Oradan devam ediyoruz.

Bilimsel Bilim’in Yanlış Bilgi Virüsüyle kâinata bakış ve algısı bozulan, itikadı deforme olan bu kişi için (en iyimser ihtimalle!) Allahu Tealâ; evrendeki madde – enerji ve bunların faaliyet ve süreçlerine, “Kızıldeniz’in yarılması, ateşin yakmaması” gibi mu’cizelerle arasıra müdahale eden, eğer varsa olsa olsa bir “İlk Sebep Tanrısı”na dönüşür, yani böyle inanmaya başlar! Allahu Tealâ’yı çok uzak zaman / mekânda etki ve fiilde bulunmuş bir “İlk Sebep Tanrısı” olarak düşünmeye başladıktan sonra, bizden istenen diğer aşamaya geçiş kolaylaşmıştır; yani “orada da olmayabileceğini ve olmadığını düşünüp”, “inkâr” fikir ve inancına geçiş! Çünkü “şirk”; küfür ve inkâra geçişten önceki son durak ve nifak sızmış iman’dır!

Bilim’in eksik, yanlış ve ateist Bilimsel Yöntemiyle imanına şirk bulaşan bu kişi için: “Denizin yarılması, ateşin yakmaması mu’cizesi’ Allah’ın müdahalesiyle olup; ‘denizlerin yarılmaması, ateşlerin yakması’ ise ‘mu’cize’ olmadığından Allah’ın müdahalesini gerektirmeyen, yani doğal süreçlerle açıklanabilip, nedensellenen gayet tabiî hâdiselerdir!” Güya evrende arasıra olan şeyler, tesadüf veya Allahu Tealâ’ya verilebilse de; devamlı ve düzenli ve istikrarlı olan şeyler, tamamen normâl ve olması gereken, tabiî ve rasyonel hâdiseler olup, bunlarda başka bir sebep ve açıklama aramak için mantıkî bir neden ve zorunluluk yoktur!

Devamlı olagelen şeyler, Allahu Tealâ’nın yapmasıyla olan fiiller, eserler, değilmiş; bunların olabilmesi ve olması için Allahu Tealâ’nın müdahalesine, bilfiil işletmesine, irade ve kudretine gerek ve ihtiyaç yokmuş zannediliyor! Bütün bunlar maddede içkin bir kuvvet / enerjiyle, maddenin kendi zatında olan potansiyel bir özellik, yani tabiiyyatıyla, çeşitli sebep – kanunların itme – çekmesi, (Güneş’in ısı – ışığı, suyun çevrimi, fotosentez vs.) gibi otomatik mekanizma ve süreçlerle zaten olabilir ve olmaktadır diye düşünülüyor!

Elhasıl herşeyin, İlâhî bir ilim – irade ve kudrete ihtiyaç ve zorunluluk olmadan, kendi tabiî özellik ve doğallığı içinde hareket ettiğine; yani Bilim’in gösterdiği sebep – sonuçlar, madde – enerji, mekanizma – yasalarla tıkır tıkır otomatik işleyen bir kâinatın zihnimizin dışında varlığını sürdürdüğüne inanılmaktadır! Bu inancı dinamik ve işler tutmak için de, başka bir inanç olarak; kâinat ve altsistemlerinin “otomatik ve elektronik işleyen bir makina ve matbaa veya bilgisayar”a benzediği inancına yaslanılmaktadır! Bilimsel Bilim’in bu mecaz / metaforuna göre; örneğin tohum “CD”ye ve toprakta “bilgisayar”a benzetilmektedir! Bu benzetmeye göre, tohumu toprağa atan ve süren insandan başka; şuurlu ve hayattar bir “fail”, bilgi ve irade sahibi bir “usta”; yani ilim – irade – kudret sahibi bir “özne” aramak gereksiz ve saçmadır!…

Günümüzde hâkim olan ve “evrensel ve objektif ve olgusallık iddiasıyla”, başka bir Bilim anlayışının olabileceğine imkân ve ihtimal vermeyen, hatta imkânsız gören Bilimsel Bilim’e göre; “kâinatın varlıkta durması ve çalışmaya devam etmesi, Allahu Tealâ’nın fiil ve eseri olmayıp; bütün bu işleyişler, (güya) maddenin ve evrenin kendi iç dinamikleriyle olan süreçlerdir!”

Bilim’in gözlemlerini ifade ve süreçleri tasvirine göre; “devamlı olan ve olmaya devam eden nesne – süreçler, ‘mu’cize / doğa üstü / mantık ve doğayı aşan’ olarak nitelenemeyecek hâdiselerdir! Herşey yine kendi içinde ve yine kendi cinsinden bir sebeple açıklanabildiği için, doğaüstü bir sebep ve fail aramaya gerektirecek mantıkî bir neden ve zorunluluk yoktur! Bütün bunlar, maddenin tabiî seyri içinde, kendi kendine doğal işleyişiyle olması mümkün ve olan tabiî ve rasyonel süreçler olduğu” inancı enjekte edilmektedir! (Halbuki kâinatta olanlar “mümkün” olduğu için olmuyor; bilâkis olduğu için biz “mümkünmüş” zannediyoruz!)

Çünkü Bilimsel Bilim’in kurguladığı evren inancına göre: “Evren, her ân / mekân / süreci tutan ve çalıştıran bir İlâh veya başka bir doğa dışı sebebi göstermemekte olup; madde ve faaliyetleri gene kendi içindeki sebep – sonuçlar, madde – enerjilerle nedensellenip; sebebi, açıklaması yapılabilir. Madde – enerjinin, varlık ve devamında ve süreçlerinin çalışması ve sonuçlarında; Bilim’in gösterdiği sebepler dışında Tanrı gibi bir sebep veya faile ihtiyaç ve zorunluluk yok! Yani kâinattaki bütün bu fiiller, failsiz / öznesiz ve eserler, failsiz / ustasız olabilir ve olmaktadır!”

Bu kişi için artık “hidrojen ve oksijen gibi bileşiklerden su çıkması; cansız atomlardan hayat ve şuur, bilgi ve irade çıkması gibi hiçten yaratılmalar” çok mantıklı ve altparçalarına indirgenerek mantıksal olarak açıklanabilir! Güya “bütün bunlar Allahu Tealâ’nın ‘ol’ emriyle yoktan yaratması değil; tuğlalardan duvar inşâsı gibi bir terkip, bir bileşiğin sonucudur!” Ne de olsa “olayın mekanizması, nasılı çözülmüş” ilüzyonu veren, “niçini anlaşılmış” algısı oluşturan; “bileşik” ismi verilmiş sürece ve karışımdan farkı da anlatılmış! Halbuki bu sürece “bileşik” yerine “sihir” ismi verseydik; bunun nedeni sihir değil de bileşik olduğunu nasıl ispat edecektik!? Bileşik ile karışım arasındaki fark bellidir ama sihirle arasındaki fark nedir?!

Elhasıl suyun “yapıtaşları” ve “sürecin tasvir ve isimlendirilmesi”; suyun fail gerektirmeyen “sebebi” olarak lânse edilmiş! Suyun “inşa” ve “ibda” olan yönleri için, herhangi bir faile gerek ve ihtiyaç yok sanrısı oluşturulmuş!

Masanın marangozunu dikkatlerden kaçırmak için; “masa yapma fiilinin faili kim, masa eserinin ustası / müessiri kim, masayı niye / niçin yapmış?” sorularının yanlış ve anlamsız ve mantıksız olduğunu imâ eder tarzda (hatta bu soruları akla bile getirmeden); masanın tahtasını göstererek ve yapım süreçlerini tasvir ederek, masanın varlık sebebini (yani nedenini, niçinini, nasılını) açıkladık zannı uyandırıyorlar! Masanın varlığını; “çekiç – çivilerin hareketi, tahtaların testereyle kesilmesi ve birleşmesini vs.” göstererek, yani “nesne – süreç – kanunların isimlendirme ve tasviriyle” anlatarak, o masanın failsiz olduğuna inandırmaya çalışıyor, böylece “marangoza gerek yok” virüsünü enjekte ediyorlar!

Tıpkı bir kitapta bilgi taşıyan Yazı’nın kendi kendine “rüzgâr, çekim, enerji, madde” gibi doğal sebeplerle “oluştuğu”na, yani yaratılmadığına (yani yazarı olmadığı ve yazılmadığına) inandırmak için; “yazma” fiili, “yazan / yazar” faili ve “yazı” eserini, böylelikle kitaptaki “bilgi ve sanatın” sahibini dikkatlerden kaçırmak gibi!

Aslında süreci yapan faili işe katmadan, sürecin nasıl oluyorda olabildiğini ve olduğunu bile mantıkî temele oturtamazsın! Çünkü süreçlerdeki sebeplerin bile “sebep” ve “araç” olabilmesi, yani bu fonksiyonu yüklenebilmesi; ancak failin karar verme ve ilgili araçları harekete geçirmesi ve kullanmasıyla mümkün! Yani Bilimsel Bilim, varlık ve hâdiselerin “failsiz ‘nasıl’ olabileceği ve olduğu”nu bile izah ve ispat edemez! En başta mantık kurallarına aykırı bu; çünkü “eser fiilsiz, fiil failsiz; eser ustasız, harf kâtipsiz ol(a)maz!”

Yani mevcut Bilim, olayların (failsiz ve ustasız) “nasıl”ını bile tasvir edemez ve açıklayamaz! Ancak göstermelik, yani fail yerine ikame ettiği “nesne, enerji, kanun, tesadüf, tabiat” gibi “failimsî sebepler”le, sahte bir gerçeklik inşa eder. “2 boyutlu bir harf bile kâtipsiz olamazken, her harfinde bir kitap yazılmış bu çok boyutlu kâinat kitabının faili – ustası – yazarı kim, kitaptaki bu bilgi ve şuur ve ve irade ve hayat, parçaları olan bu harflerde olmadığı ve harflerine indirgenemeyeceğine göre; bu her harfi ve hareketi mu’cize olup, bir gayeye hizmet eden bu kitabın muhteşem yazarı / faili, yani varlık ve devam sebebi kim olabilir!? Bu kitabı Allahu Tealâ’dan başka hangi ilim – irade – kudret sahibi ‘ben yazdım’ diye sahiplenebilir, sebep olduğunu iddia edebilir!?” sorusunu merak ettirmez ve sordurmaz.

Çünkü Bilimsel Bilim; “varlık ve olayların, failsiz ve ustasız olabileceği ve olduğunu nasıl izah ve ispat edebilirim; fail ve ustayı işe katmadan nasıl tasvir ederim?” amacıyla, yani “kâinata ateist ve materyalist bakma ve kurgulama”nın teorisini yapacak şekilde yapılandırılmıştır.

Fakat yaptıkları mantık oyunlarıyla her olayda fail ve ustayı saklamak kolay olmadığı için; akla gelebilecek bu tür sorular için; nesne – süreçleri isimlendirip, tasvir ederek, sahte bir yatay sebep – sonuç zinciri kurgulayarak, sahte sebep / failler icad eder! Böylece sebeplerin sebep olabilmesinin de sebebi olan; yani araçların kullanıcısı ve süreçlerin de sürdüren sebebi olan; yani dikey olarak herşeyin hakikî ve asıl ve tek sebep ve fail ve ustası olan Rabbimiz’den doğan boşluğu “tesadüf, tabiat, evrim, uzun zaman, içgüdü, fizik – kimya kanunu, madde – enerji” gibi sahte isim, soyut kavram ve edilgen nesnelerle doldurur!

Elhasıl failsiz / ustasız, Allahu Tealâ’sız, en küçük bir zerre ve hareketinin bile “nasıl”ı izah ve tasvir edilemez. Hatta bırak delil, deney, gözlemi; sadece mantık açısından bile; herhangi bir varlık veya hareketini Allahu Tealâ’ya atıf yapmadan anlatmak mümkün değil, bilâkis imkânsızdır! Yani denklem ve cümlelere Rabbimiz’i eklemeden bırak “nasılı”, “nasılın nasılı ve nasıl olupta olduğu” ve “niçin / niye”sini bile tasvir ve izah edemezsin! 4 işlemi bile yapamazsın! Halbuki Bilimsel Bilim bu tezi iddia ve ispatlamak üzerine kurulmuştur. Yani “varlık ve hareketlerinin, muharrik ve ustası, yani Rabbi yokmuş gibi; yani Allahu Tealâ’dan bağımsızmış gibi tasvir ve açıklamak ve bunun ispatını yapmak” amacıyla çalışmaktadır! Bu sebepten Rabbimizi gizlemek için ya “tesadüf, tabiat, evrim, uzun zaman” gibi sahte fail ve sebepler icad eder veya süreç içinde rol alan herhangi bir nesneye “fail / usta” rolü verir. Böylece eşya ile Allahu Tealâ arasındaki etkileşim ve nedensellik bağlarını; zihin ve algıda keserek, kopartır, atar!

Bu amaçlarını gerçekleştirmek için; eşyayı (güya olgusal ve tarafsız gözleyip, ifade ediyoruz diye); Allahu Tealâ’dan bağımsız ve kopukmuş gibi anlatırlar. Yani olgusal ve objektif anlatmak dedikleri; “Allahu Tealâ yokmuş” önvarsayımıyla anlatmak demektir! Başlangıçtaki bu “önvarsayım”, sonraki sözde delillerle bir sonraki aşamada “varsayıma” ve son aşamada da “inanç esası”na döner! Çünkü daha başlangıçta tarafsız ve ortada değil; “Allahu Tealâ yokmuş” varsayımıyla hareket edip, bunun delil – ispatına çalışacaklarını deklare ettiler! Yani daha işin başında tarafsız değiller; “Allahu Tealâ gibi bir fail ve ustası yok ve süreç / sebeplere dahil değil” önyargı ve inancıyla yola çıkıyorlar! Kısaca “ateist – materyalist – determinist ve natüralist” (indirekt olarakta “agnostik”) inancın avukatlık ve sözcülüğünü yapmaya ve delillerini arayıp, ispatlamaya çalışmaktadırlar!

Yani Bilim’in “olgusal ve tarafsız bilgi, objektif ve seküler, lâik ifade” dediği şey; eşyayı “Allahu Tealâ yokmuş ve O’ndan bağımsız işleyebilirmiş gibi” anlatmak ve bunun ispatına çalışmak demektir! Mevcut Bilim’in felsefesi budur ve Bilimsel Yöntemi de buna göre şekillenmiştir.

Mes’elâ Bilimsel Yöntem ve Kriterlere uygun olan “yağmur yağıyor” ifadesi (çünkü “yağmuru Allah yağdırıyor / bize rahmet olarak gönderiyor” veya “yağmur, şimdilik Bilim’in keşfedemediği bir fail tarafından yağdırılıyor” ifadesi Bilimsellik Kriterlerine uymadığı için, araştırılması gereken bir muamma, bir hipotez bazında bile kabul edilemez!); objektif ve inanç / değerden bağımsız ve tarafsız, yani nötr ve yalın bir ifade gibi görünse de, aslında “ateist – materyalist – determinist ve natüralist ve agnostik” inançtan kaynaklanan; bunun delil – ispatını yapmaya çalışan, virüslü bir ifadedir!

Çünkü “yağmuru, asıl sebep ve fail ve göndereni olan Rabbimiz’den kopuk, sanki öyleymiş gibi anlatmaktadır; yani yağmur yağması fiil ve eserinin faili ve ustası yokmuş ve olması da zorunlu değilmiş, olsa bile yağmurun herhangi bir aşamasında rolü – etkisi yokmuş; o yağmur şu şu bilimsel sebep – sonuçlarla yağması mümkün ve vâkiymiş” şeklinde bir inancı bilinçaltımıza enjekte eder ve bu ifadeden sonra gelen cümleler hep bu inançla tutarlı olacak şekilde kurgulanıp, bunun izah ve delilini bulmaya ve ispatlamaya yöneliktir!

Özetle; Bilimsel Bilim ancak ve sadece Rabbimiz’in yaptığı ve yapabileceği iş ve eserleri; madde – enerji ve bilumum sebeplere vererek; madde ve süreçlere “ilâhlık” gibi taşıyamayacağı yükler yüklemekte, yani maddenin zerre ve hareketlerini ilâhlaştırmaktadır! Karıncaya 1000 ton yük taşıtmaya çalışmak ve taşıyabilecegine inanmak gibi; “toprağın ağaç, ağacın elma vs.” yapabileceği ve yaptığı hurafelerine inanılıyor!

Bilimsel İfadelerinde; “Karaciğer 300’den fazla kimyevî reaksiyonu yapar” derken, reaksiyonları yapanın (fail ve ustanın) “karaciğer” denilen bir et parçası olduğuna bizi inandırmaya çalışıyor!

Uçsuz bucaksız çöl boşluğunda döndürülerek seyahat ettirilen Dünya gezegenine gönderilen “elma, armut, üzüm, şeftali, çiçek, ağaç vs.” rızıkları; “bunların sebebi ağaç, bunların nasılı toprak, (eski zaman Dehriyyunları gibi) bunların nedeni evrim, elhasıl bunların nedeni – niçini – niyesi hep bu gördüklerimiz” olduğunu izah ve ispat etmeye çalışıyor!

Elhasıl asıl ilâhın varlığını kabul etmemek için, nazarımıza sunduğu sahte sebep – sonuç, etken ve faillerle, aslında varlığın herbirini ilâhlaştırmakta; yani sadece Rabbimiz’in olabilecek ve olan isim – sıfat, kudret ve özelliklerini, varlık ve süreçlerine vermekte ve bunun hurafe ve batıl inanç oldugunu bile farkedememektedirler!

Örneğin; “Es Samed” olan Rabbimiz’i inkâr ettikleri ve yoksaydıkları için, kâinatın Samed ve yaratılmamış olduğunu varsaymak ve inanmak zorunda olmaları ve bizim de böyle iman ve ifade etmemizi istemektedirler! Bilimsel Bilim’in ana paradigması budur, bu inançlarını ispat etmeye çalışırlar ve sanki ispat etmiş gibi “oluşum, tesadüf, tabiat” gibi güya bilimsel ve tarafsız / objektif ifadeler kullanırlar!

Gözlem, ifade, açıklama ve sebeplerine Rabbimiz’i katmayışlarına mazeret olarak; “görmemeleri”ni öne sürmektedirler. Halbuki görmedikleri hâlde mantık, matematik ve deneyle varlığını ve etkilerini kabul ettikleri (yerçekimi yani kütleçekimi gibi veya Big Bang veya atomaltı parça – dalgalar gibi) diğer varlıklar için aynı mazereti öne sürmezler! Bu çifte standarttan vazgeçmeleri gerekiyor!…

Halbuki insan ona denir ki; gördüğünden görmediğine, somuttan soyuta ulaşır! Gözüyle gör(e)mediğini aklıyla görür; aklıyla göremediğini kâlp veya vicdanıyla görür; göz veya aklıyla neden – niçin gör(e)mediğinin de aklî izahını yapar!

Bugün “acaba Mona Lisa resminde çalışan aletleri; yani fırça, boya, tuvalleri elinde tutarak, araç olarak kullanan bir fail / ressam / usta var mıdır?” tartışmasını yapmaktan çok daha saçma ve mantıksız; “kâinattaki tüm varlığı, fiil ve eserlerine alet edevat olarak kullanan var mı; yani madde – enerjileri sürdürüp, süreçleyen ve icraatlarına araç ve sebep olarak kullanan var mı?” sorusu!

Bilim’in, varlığın varlık ve işleyiş ve çıktılarına Rabbimiz’i sebep olarak kabul etmemelerinin diğer bir nedeni: “Evren ve içindeki varlık ve hareketi ve sonuçlarının, Allahu Tealâ olmadan da nedensellenebildiği ve aklen açıklanıp, tasvir edilebildiği” önyargı ve inancıdır!

Biraz evvelki “yağmur” örneğine dönersek; Bilimsel Bilim objektifini yağmura odaklayıp, zoomladığı için; o resim karesinde Allahu Tealâ çerçeve dışında kalmaktadır! Ama mantıken “eser fiilsiz ve ustasız ve fiil de failsiz ol(a)mayacağı için” yağmurun nasıl ve neden ve niçin yağdığının izah ve ispatı gerekmekte! Failsiz nasıl olacak bu iş!? Şöyle bir safsataya başvururlar: Yağmurun failsiz nasıl ve niçin yağdığını, izah, tasvir ve nedenselleyebilmek için; o resim karesi içinde ne varsa “bulut, yerçekimi, Güneş, buharlaşma vs.” madde – sebep – süreçlerin; yağmurun yağmasında bir pay, yani Rabbimiz’in icraatında, kendi başlarına başka ortak ve şerikleri olabileceği ve olduğu inancını; dolayısıyle “yağmur” fiil – eserinin failsiz olabileceği ve olduğu fikrini bilinçaltımıza işlerler!

Sonuç olarak: Yağmurun Allahu Teâlâ gibi herhangi bir doğaüstü fail ve sebebe, fizikî ihtiyaç ve mantıkî zorunluluk olmadan; Bilimsel Bilim’in bu göstermelik sebepleriyle yağabileceği ve yağdığı (yani Rabbimiz’in değil, kâinat ve içindeki varlık ve işleyişin Samed olduğu) zannına inanılmakta ve bizim de böyle inanmamızın Bilimsel Yöntem ve gözlemin zorunlu bir sonucu olduğu fikri aşılanmaktadır!

İşte biz de tam da bu sebepten; gözlem – deney – ölçüm – teorilerinden bu tür yanlış sonuçlar çıkan ve çıkmaya müsait olan ve bu tür batıl inançları delil – ispatlamaya çalışan Bilimsel Yöntem ve sonucu olan Bilimsel Bilim’e karşı olup; artık İslâmî Bilim adında yeni bir Bilim anlayışına geçilmesini talep etmekteyiz. İslâmî Bilim “bilimsel” olmayacak; fakat mevcut Bilim ve Bilim’e hâkim olan felsefe / inanç ve Bilimsel Yöntem’den çok daha geniş ve derin ve zengin ve doğrulama – yanlışlamaya müsait olacak.

Yani Bilimsel Bilim’e alternatif olan İslâmî Bilim’in olabilirliğini tartışmıyoruz biz, orayı geçeli çok oldu! Geldiğimiz yer: İslâmî Bilim’in Yönteminin tespiti ve buna bağlı olarak anlam – kavram haritalarının hazırlanması, varlık ve süreçlerinin sınıflandırma – isimlendirmelerinin yapılması. Ama daha buraya başlamadan, mevcut Bilimsel Bilim’in eksik, yanlış ve zararlarının zihinlerde netleşmesi gerekiyor ki; İslâmî Bilim’e ihtiyaç duyulsun, yani “niye Bilimsel Bilim yerine İslâmî Bilim’i tercih etmeye bir zorunluluk hissedelim?” sorusunun cevabı netleşsin.

Önceki yazılarımızın birinde; “Bu Yazı Dizisi ne dinî, ne felsefî, ne de bilimsel bir yazıdır. Çünkü ‘gerçek’ gerçektir, dinisi – dinsizi, felsefî veya bilimseli ol(a)maz. Çünkü ‘hak’ hak oluş keyfiyetiyle ve tanım olarak izafî ve değişken değildir. Fakat ‘hak’ka ait bilgi demek olan ‘hakikât’, izafî ve değişkendir. Çünkü araya ‘bilgiyi öğrenen, edinen’ mahlûk (burada insan) giriyor ki, bu mahlûkların çeşitliliği ve bulundukları boyut ve bakış açı ve nazar ve sınırlılıkları ve lisanda bunun ifade edilerek, kelimelere dökülmesi; ‘hak’kın bilgisi olan ‘hakikât’te çeşitliliğe ve izafîliğe yolaçıyor. Yani nazar, niyet ve sınırlılıklar, bir de görülenin tam kelimelerle tespit ve ifade edil(e)memesi üstüne eklenince, bu ayrı bir izafîliğe daha neden oluyor ki bunun nedeni: Tüm kelime ve kavramların, mecaz / metafor / temsil olmasından kaynaklanıyor; yani ‘kelime / kavramlar’ işarettir sadece, işaret ettikleri şeyin kendisi değil. Nasıl ki hakikât, hak’ın kendisi değil; öyle de kelime ve lisanda bunun ifadesi de hakikâtin kendisi değil; sadece bir işaret ve temsilidir. Sonuç: ‘Hakikât’, yaşa(n)madan bilin(e)mez; bildiğimiz şey hakikat’in sözlü ifadesi olabilir ancak” anlamında demiştik.

Aslında gördüklerimizi net ve berrak ifade edebilsek, yani gerçeği daha ince ve hassas terazi ve ölçülerle, tam yerinde kelimelerle ifade edebilsek; Yanlış Bilgi (knowledge) ve Bilim (science) Virüslerini ve mesajlardaki parazitleri azaltmış oluruz. Yani günlük konuştuğumuz dil ve Bilimsel İfadelerde kullanılan akademik – metodik dil’de de problemler var.

Haftaya bu konuyla bağlantılı olarak; mevcut Bilim’in gözlem – deney – ölçüm ve kanun – teorilerini isimlendirme, izah ve tasvir ederken içine düştüğü mantıksal ve dilsel hata, yanlış ve safsataları ve buradan bize kabul ettirmeye çalıştığı masal – hurafelerini anlatmaya devam edeceğiz inşâallah.

Share

Yorum ekleyebilirsiniz...