İsrail’e ne zaman giriyoruz!?

1

Konuya kitabın ortasından gireceğim; nasıl başladığını zaten biliyorsunuz, nasıl biteceği ise biraz da bize bağlı!… 

BM, NATO, AB; daha doğrusu Amerika, İngiltere, Rusya, Çin gibi devletlerin onayı olsun olmasın, gerekirse tek başına ve haber vermeden; Türkiye, resmî ve gayriresmî olarak Filistin’e asker ve silâh yardımı yapmalı! Veya doğrudan İsrail Hükûmeti’ne savaş ilân etmeli! 

Tâ ki yapılacak mücadele sonunda, İsrail’deki mevcut hükûmet etkisiz hâle getirilsin! Böylece bu işin sorumlusu olan insanlık suçluları (ve geçmiş dönemlerdeki failleri de); uluslararası mahkemelerde yargılanıp, hakettikleri cezaları alsınlar! 

Böylece Siyonist olmayan (veya Siyonist olsa bile mevcut hükûmetlerinin şiddet ve işgal politikalarını desteklemeyen) İsrail Halkı; kandan beslenmeyen, “korku ve şiddet”i siyasî enstrüman ve manipülâsyon malzemesi olarak kullanmayan bir hükûmet / devleti, kendi içlerinde kurabilme imkânına kavuşsun! Böylelikle dünya da, karşısında muhatap bulup, masada konuşarak anlaşabileceği bir hükûmet bulabilsin!

“Neden İsrail’e girelim? Daha yumuşak ve mantıklı ve risksiz ve daha kısa bir çözüm yolu yok mu?” Maâlesef yok! Başka mantıklı ve en az zâyiatlı, adil bir çözüme ulaşılacak; kısa yoldan kalıcı ve kesin hâlledebileceğimiz bir yol varsa; tek başımıza veya bizimle işbirliği yapacak ülkelerle birlikte, (uluslararası organizasyonların da oybirliği veya oyçokluğuyla onayını almak gibi absürd amaçlar peşinde koşmadan), hemen uygulayalım, ama yok! Varsa da ben bilmiyorum!

Zaten konuşa konuşa, miting – boykot yapa yapa 65 küsur yıl ve binlerce ma’sum Filistinli kaybettik! Çok geç kalındı, kaybedecek 1 günümüz bile yok! Bu sebepten en kısa ve kalıcı ve kesin çözüm: İsrail’e girmek!

Yok ateşkes ilânları, yok Filistin’e gıda – ilâç yardımları, yok tünellerle ambargonun delinmesi yöntemleri gibi şakaya benzeyen, komik ve geçici çözümlerle, asıl çözümü geleceğe ertelemenin; mes’eleyi iyice karmaşık hâle getirip, kördüğüm yapmanın bir mantığı yok! Artık sivsineklerle uğraşmaktansa, bataklığı kurutmanın vakti geldi; ağrı kesici vermektense, başağrısının nedenini teşhis – tedavi etme vakti geldi! Zaten uluslararası güçlerin imkân verdiği ölçüde olası her çözüm yolu denendi ve başka çıkış yolu kalmadı! 

Bence İsrail’le savaşmaktan başka bir çözüm olmadığını hemen hemen dünyadaki tüm insanlar biliyor; sadece farkında değiller veya sesli olarak söylemiyorlar! Çünkü henüz ciddi ciddi bu konu dünya gündemine getirilmedi, salt düşünce bazında bile sesli olarak tartışılmadı! “İsrail’le savaş”, seçeneklerden bir seçenek olarak dünya gündemine sunulmadı, konuşulmadı! Seçeneklerden biri olarak görülmedi! Sanki herkes gizli bir mutabakata varmış gibi; “İsrail’le savaş” hariç her alternatif tartışıldı, tartışılıyor! Bu konuda düşünce spekülâsyonu olarak bile beyin fırtınaları, televizyon programları ve anket – araştırmalar yapılmadı! Sanki konuşulması yasak, gizli bir sansür var gibi! Halbuki 65 küsur senedir devam eden işgal ve katliâmları, ayrıca sivil yerleşim alanlarını bombalama ve masum ölümlerini engellemek için; şiddete şiddetle karşılık vermek ve zulme uğrayana silâh – asker yardımı yapıp, karşı şiddeti bertaraf edip, savuşturmaktan daha doğal ne olabilirki!?

4

Zaten 1948’den beri Ortadoğu’nun ortasına bir bıçak gibi saplanan bu devletle, başlangıçtan bu yana bir doku uyuşmazlığı vardı; uzuv kangren oldu, artık kesilmeli; çünkü sağlıklı kısımlara da yayılıyor ve ağrı yapıyor!

“Neden İsrail’e cerrahî bir müdahale şart; neşter – ameliyatsız olmaz mı?” Olmaz, olmuyor, olamıyor!

Çünkü: Yıl 2014! İsrail buraya çörekleneli 65 yılı geçti! Gidecek veya geri adım atacak gibi de gözükmüyor!

Çünkü: Şimdiki ve geçmiş olan hükûmetler; diplomatik çözümü kabul eden veya sözden, “kınama ve uyarıdan” anlayan bir muhatap olmadılar! Buna yönelik bir ümitte vermeyip, bilakis giderek arsızlaştılar! Yani konuşarak veya baskıyla anlaşabileceğimiz tüm diplomatik, siyasî ve ekonomik yollar bitti veya tıkandı!

Çünkü: 65 küsur senedir, bu zulme dur diyen veya çözüm bulan uluslararası bir organizasyon veya devlet çıkmadı ve çıkarılmadı! Çıkmadığı gibi; sükût edilerek veya en fazla basit bir kınamayla, direkt – indirekt desteklendi! 

Hiç değilse en basitinden İsrail’e ekonomik – askerî – ticarî bir ambargo bile uygulanmadı! Çözüm bulmalarını geçtik; yapılan katliâm ve insanlık suçlarını önlemek için, Filistin – İsrail arasında tampon bir bölge oluşturup, burada uluslararası bir barış gücü bile konuşlandırılmadı! Tam tersi şu anda ambargo mazlûm olan tarafa uygulanıyor! 

Ve daha halâ, yaklaşık 8 küsur milyon nüfusuyla, Erzurum kadar bir yüzölçüme bile sahip olmayan İsrail’e; 6 küsur milyar dünyadan “Dur bakalım, ne yapıyorsun!” gibilerinden bir “hoşt” bile diyen yok! Bunu geçtik; “Terörist Devlet” olarak ma’lumu ilâm eden bile yok! 8 milyon İsrail korkmuyor ama 6 küsur milyar dünya veya 2 milyar nüfuslu müslümanlar korkuyor! 

Sakın “İsrail’in arkasında Amerika var” demeyin! Buradaki Yahudi nüfusu bile % 2 civarı! Sakın mazeret arz ederken, kabahatini ifşa etmek anlamına gelen; “Evet ama bu % 2, güçlü ve zengin % 2” hiç demeyin! Çünkü “dünyada 2 milyar müslüman veya toplamda 6 milyar küsur insanın; bu % 2 kadar değer ve önem ve etkisi yok, beş para etmezler!” demiş olursunuz! Buna mazeretin, kabahatten daha büyük olması denir! 

Dünya halâ; global dengeler, güç hesapları, uluslararası kanun – mevzuatlar, zarar – çıkar hesapları yapmakla meşgul! Sanki İsrail Ortadoğu’ya yerleşirken; kanun – mevzuatlara göre hareket etti! Sanırsınız karşımızda hak hukuktan anlayan bir devlet var! Bu mazeretlerinizi orada ölen bebeklere, yarın ahirette anlatırsınız! Elhasıl “2 milyar nüfuslu müslümanlar, 8 milyonluk İsrail’i tükürüğünüzle boğardınız, neden engel olmadınız!?” sorusuna geçerli bir cevabımız yok!

Müslüman ülkelerin ortasında, mazlûmun eli kolunu bağlamışlar; zalim vurdukça vuruyor! Hırsızlar evi basmış, evi ve eşyaları gasbetmiş; üstelik evdekileri kundaktaki bebeğe kadar vahşice öldürüyor; bir de ev sahibine “bunun suçlusu sensin!” muamelesi yapıyor! Elleri zincirli Filistin’in, bu yetmezmiş gibi nefes yolları ve kan damarları da kesiliyor! Necip Fazıl’ın deyişiyle: “Bu taksimi kurt yapmaz, kuzulara şah olsa!”

İsrail’e neden girmemiz gerektiğini kısa kesecegim, kundakta kanlar içinde parçalanmış bebeğinin ufacık bedenini bağrına basan anne veya daha biraz önce hayatta olan anne – babasının cesedine sarılıp ağlayan yavrular; benden çok daha iyi anlatır bunu! 65 küsur senedir artık adiyattan olan bu tablolar tekrarlandıkça; artık İsrail’e girmek için başka bir neden veya hukukî zemin aranmaz! Aramakla, vakit kaybedilmez! 

İngiltere ve Amerika’nın desteğiyle buraları işgal edip; bir de tüm uluslararası hukuk ve savaş kurallarını ihlal ederek ve orantısız güç kullanarak, Gazze’de kadın, çoluk çocuk demeden katliâm ve soykırım yapan İsrail! Fakat İsrail’e neden girmemiz gerektiğine mazeret aramam gereken ben! İsrail’le savaşmak için hukukî mazeret aramak bile gereksiz, çünkü yaptığı hukuksuzluk ve zulümler ortada!

3

Diyalog ve hoşgörü, diplomasi ve nezaket, îma ve ihtarın işe yaradığı yerler vardır; burası orası değil! Şimdi 65 küsur senedir yaptığımız ihtar, kınama, miting, boykotların, söylediğimiz sözlerin altını doldurma zamanı! Çünkü herhangi bir eylem ve aksiyon vaadetmeyen sözlerin; te’sir ve tehdit fonksiyonu yoktur! Olmadığı, ortada!

Savunma makamında değilim ki, bir suçlu ve zanlı gibi; upuzun gerekçeler sayayım! Bilâkis binbir dil ve gerekçeyle yaptıklarını savunmak zorunda hissetmesi gereken İsrail! Evet sanık sandalyesinde oturup, avukat tutması gereken İsrail! Çünkü “savaş” denilen şey, eşitler ve devletler arasında olur; aksi hâlde buna savaş değil, “katliâm” denir!

Faraza diyelim bunun adı “savaş”, hatta faraza diyelim “kendini savunma’ gibi, haklı nedenlerden kaynaklanan bir “savaş!” Böyle bir savaşta eğer bir ma’sum yaralanmış veya ölmüşse (hele hiçbir şeyden haberi olmadığı için “taraf” bile olmayan bir bebekse bu ma’sum); bu savaş tüm meşruiyetini yitirmiştir! Çünkü Rabbimiz katında bir ma’sumun hayatı, tüm dünya coğrafyasından çok daha kıymetlidir! Çünkü ve zaten dünyanın kıymeti, üzerinde yaşayanlardan gelmektedir! İnsansız taş – toprak, anlam kaybına uğrar! 

Bırak bir ma’sum bebeği; 1982’de mülteci kampını basıp, yaklaşık 3500 silâhsız çoluk çocuk, kadın – ihtiyar ma’sumun hunharca katledildiği ve İsrail’in ne devlet bazında ve ne de şahıs bazında cezalandırılmadığı “Sabra Ve Şatilla Katliâmı”; bunun “savaş” olmadığını ve neden hukukî – yasal dayanağa gerek olmadan İsrail’e girmemiz gerektiğini belgeler! Zaten uluslararası hukuk çalışmıyor, çalışsa bile İsrail’e işlemiyor! 

İsrail; başta Amerika, İngiltere ve çoğu Avrupa Ülkeleri’nin, ekserisi cetvelle çizilmiş Ortadoğu Ülkeleri’ndeki çıkar ve hegemonyalarının bekçisi, ileri karakolu ve lojistik merkezidir! Ortadoğu’nun, “Yönetilebilinir İstikrarsızlık Ve Kontrollü Kaos Yönetme – Denetleme Merkezi”dir! İşte sadece bu sebepten bile; BM, NATO ve bunlar gibi diğer uluslararası organizasyonlar İsrail’e taraftır! İşte sadece bu sebepten bile; bu organizasyonlar tarafından İsrail’e yaptırım uygulanacağı veya engelleneceğini ümit etmek, saflık olur! Bunlarla, bırak oybirliği, oyçokluğuyla bile haksızlığı önleyebilecek ortak bir çözüm yolu bulunabileceğini düşünmek, gaflet veya cehalet olur! En iyimser tahminle bulunacak çözüm ise; İsrail’in şimdiye kadar yaptığı zulümlerin yanına kâr kaldığı, İsrail’e taviz verilerek yapılacaktır! 65 küsur senedir her gün basbas bağıran bu açık gerçek anlaşılmadıysa, daha ne olması gerekir ki anlaşılsın!? 

İşgalci staüsündek yapay bir ülke – devletle barış anlaşması yapabilmek ve uzlaşabilmek için, önce işgal ettigi yerlerden çekilmesi ve işlediği insanlık suçlarının bedelini ödemesi gerekmektedir! Bütün bunlar gözardı edilerek, mevcut durumun kabulü üzerinden yapılacak bir anlaşma; İsrail’e taviz ve yenilginin kabullenip, resmîyet kazanması ve İsrail’in suçlarının örtbas edilerek, meşruiyetinin tanınması anlamına gelecektir!

2İsrail’in şiddetine şiddetle karşılık verilmesinin gerekliliği ve doğruluğu; reelpolitik gerçekler, uluslararası dengeler, konjonktürel zemin ve kâr – zarar hesapları gibi parametrelerle anlaşılamaz! Bu mes’ele matematik problemi değildir ki, hesap kitapla çözümünü bulalım! Ticarî bir mevzu değildir ki, kâr – zarar hesabıyla doğru davranışı bulalım! Burada bir “insanlık problemi” var, “İsrail Problemi” var! 

Yasal zeminde güreşmeyen bir rakiple, halâ yasal çerçevede savaşmaya çalışmak aptallıktır! Ben öldürsem “katil” olarak yargılanıp, belki asılacağım bir cinayeti; İsrail hergün defalarca işliyor; sırf sıfatı “devlet” olarak tanımlandığı ve tanındığı için; kendisine “katil” denilemiyor; “sanık, suçlu” muâmelesi görmüyor! Güçlü ve muktedir olanın, kendi çıkarttığı yasaya göre uyguladığı katliâm ve zulümlerin, “yasal ve hukukî” olması; o davranışın “âdil ve doğru” olduğu anlamına gelmez; birşeyin “yasal” olması “suç” olmadığı anlamına gelmez! Sistemde bir problem var!

İsterseniz olayı daha kısa özetliyeyim: Konuşulamayan ve konuşulsa bile anlaşmaya varılamayan, yarım asrı geçti, evsahibini bastıran suçlu misali gayrimeşru zulüm ve cinayetler işleyen ve halâ dünyanın gözü önünde fütursuzca işlemeye devam eden bir devletle savaşarak anlaşmaya zorlamak, anlaşmıyorsa haddini bildirmek “farz-ı kifaye” olmuştur! Aslında başlangıçtan beri durum böyle!

Geçmiş, geleceğin aynası olup; İsrail konuşularak anlaşmaya geleceğe dönük bir ümit vermemektedir! Hatta durum tam tersi istikamette olup, üstelik bize ümitten çok daha fazla şey vermesi gerekmektedir! Bu kadar mühlet, müddet, ihmâl yeter! Bizim şu ânda yaptığımız “sabır ve vakar” değil, “korkaklık ve pısırıklık!” Düşmüşüz bir zillete; başkalarının ağzından çıkacak bir çift lâfa bakarak, çözümü dışarıda arıyoruz! Çözüm dışarıda değil, çözüm bizde! 65 yıldır daha anlamadıysak, bir 65 yıl daha mı geçmesi gerekiyor!?

“Filistin Sorunu” diyerek, problemin ismini bile yanlış koyuyoruz! Çözülmesi gereken sorun “Filistin Sorunu” değil, “İsrail Sorunu!” Filistin’e gıda – ilâç yardımları, bağış toplamalarla falan; çözümü geciktirmenin, zulmü uzatmanın bir mantığı yok! Bu yardımlarımızla Filistin’deki mazlûm kardeşlerimiz daha semiz ve sağlıklı olsun ki, İsrail bir dahaki sefere onları daha semiz ve sağlıklı olarak mı öldürsün istiyorsunuz!?

Mitingler, boykotlar, facebook’ta paylaşmalar devri biteli çok oldu; şimdi icraat zamanı! Söylediklerimizin blöf olmadığını gösterme zamanı! Yoksa devletler dengesinde etki ve ağırlığı olmayan bu kuru gürültüler ancak belki bizim vicdanımızı rahatlatır ama çözüm burada değil!

İsrail’in katliâm ve şiddetine, şiddetle karşılık verilmesi; yerine getirilmezse herkesi mes’ûl ve günahkâr yapan bu farzı, bir devletin başlatması farzdır! Çünkü bu konuda devletlerarası bir oybirliği sağlamak mümkün olmadığı gibi; oyçokluğu beklemekte gerçekçi değildir! 

Dahası sanki Amerika, mes’elâ Irak’ı işgal ederken BM’den izin aldı! Afganistan ve diğer yerleri işgal ederken yasal ve diplomatik prosedürlere uydu! Aynı Amerika, sıra Filistin veya Suriye’deki katliâm ve soykırımlara gelince; uluslararası hukuk ve diplomasi mazeretini öne sürüyor! 

İsrail’in zulüm ve işgallerine son vermek için savaşı; binniyet veya bilkuvve, hatta bilfiil destekleyecek; en azından sükût ederek veya çekimser kalarak, yani desteklemese bile kösteklemeyecek, müslim – gayrimüslim bir sürü devlet veya hükûmet olacaktır. Devletlerden çok daha fazla sayı ve çeşitte, kendi halkları arkamızda olacaktır! Şu anda yangını başlatacak bir kıvılcım, ilk adımı atacak bir önder beklenmektedir! 

Arakan, Doğu Türkistan, Irak, Mısır, Pakistan, Suriye ve artık suyun taştığı o yer: Gazze! Zulüm arttı ve uzadı; herşey inceldiği yerden, zulümse kalınlaştığı yerden kopar!

Tarihte fetih amacıyla yapılmış savaşlardan bile daha geçerli nedenlere dayanan, yani en haklı savaşlardan biri olacaktır bu savaş! Çünkü fetih veya işgale gitmiyoruz; 65 küsur senedir devam eden ve başka çözüm yolu kalmamış katliâm, zulüm ve işgali engellemeye gidiyoruz! Savaş ve insanlık suçlularının, mahkeme önüne çıkması ve cezalandırılması için gidiyoruz! Savaşın meşru ve hatta zorunlu olduğu yer – zaman burasıdır! Ortada zaten bir barışta yoktur! İsrail zaten buraya girerek, savaşı başlatmıştır! Barış için bir neden de bırakmamış, bütün yolları tıkamıştır!

Geçmişte sıcak koltuk, evinden “ordu savaşa!” nâralarıyla, kuru hamaset gösterisinde bulunup; “tamam hadi gelin orduya siz de katılın, birlikte savaşalım!” deyince, askere alınmamak için kaçışanlar gibi olmamak ve “bekâra kız boşamak kolay!” denilmemesi için kendime işi biraz zorlaştırayım: Tarafıma hususî bir seferberlik emri çıkartıp, beni de İsrail’e gidecek ordunun içine dahil edin. Fakat ma’sum olan olmayanı ayırmayan “bomba” gibi değil; hedefini nokta atışı vuran bir “mermi” gibi direkt namluya sürün beni! Kuru hamaset ve blöf mü yapıyorum? Bunu öğrenmenin bir yolu var!

Artık birilerinin bizi tembellik ve uyuşukluk uykusundan uyandırması ve dünya sevgisiyle orantılı ölüm korkusundan kurtarması gerek! Su üzerindeki saman çöpleri gibi dağınık olmaktan kurtulup, üzerimizdeki ölü toprağını atmamız gerek! İmanın en aşağı derecesi olan “kalben buğz”dan, dilimizle uyarı ve ihtar; ardından hemen el (kuvvet’le) engellemeye; yani 65 senedir yaptığımız ihtar – kınama ve tehditlerimizin, blöf ve kuru lâf olmadığını göstermeye terakki etmeliyiz artık! Yoksa sesimizin – sözümüzün, kalabalıklarımızın te’siri olmaz ve zaten yok!

5

“İsrail’e ne zaman giriyoruz?” derken, burada ne diyorum?!: Hiç değilse “kötüler” kadar cesur olalım diyorum! Kötülerin girdiği tehlike, aldığı risk ve gösterdiği cesaret kadar; “iyiler”in de en az onlar kadar cesur olması gerektiğini hatırlatıyorum! Bu “pasif iyiler” sayıca çok olsa bile, terazide hafif gelmeleri; “kötüler”in ağırlık ve gücünü arttırıyor diyorum! Yani “hiçbir şey yapmayan iyi”nin iyi olmayıp, kötü olduğunu; çünkü kötülüğe engel olmamakla; indirekt olarak kötülüğe yardım ve destek verdiğini göstermeye çalışıyorum! Sadece kuru söz, bedduayla değil; İbrahim Âleyhisselâm’ın atılacağı ateşe su damlası taşıyan karınca misali; amel ve icraâtımızla da, tarafımız ve tavrımızı gösterelim istiyorum! 

Hepimizin, müslüman olan – olmayan herkesin ağlaşmayı kesip, harekete geçmesini; kendisini samimiyet testinden geçirmesini istiyorum! En aşağı İsrail kadar da’va ve sözümüzde, samimî ve sadık olmamızı istiyorum! 

Evet sadece dille dua ve gözyaşı, eylem ve miting, boykot ve lânet zamanı geçeli çok oldu! Rabbim çalışana verir, samimî olana verir! Susamış insanın suya duyduğu iştiyak ve ihtiyaç gibi, isteğinde samimî ve içten olana verir! Yani dilde değil, içte ve istidatta olan duayı kabul eder! Yoksa kuru kuru kimse çalışmadan ve davranışlarıyla ispatlamadan “ben müslümanım” veya “iyi insanım” diye, oturduğu yerden torpil beklemesin! Şu ânda isteğinde samimî olan ve çalışmakla bunu gösteren bir avuç İsrail, buna en iyi örnek!

Tekrar ediyorum: Yaklaşık 8 milyonluk nüfusuyla, Erzurum’dan küçük bir toprakta yaşayan İsrail’e; tüm dünya sözgeçiremiyor, direkt yüzüne “sen haksızsın ve zalimsin!” bile diyemiyor! Filistin mezbahaya kötürülüp, kesiliyor; kimse yardım elini uzatmıyor! Herkes birbirinin suratına bakıyor!

Firavun Devletini devirmek için bir dal parçası olan “asa”; dev cüsseli Calut ve ordusunu yenmek için bir “sapan ve taş” yeterli olmuştu! Bize teknoloji ve sayıca çokluktan ziyade; “nitelikli insan – doğru karar – doğru strateji” lâzım! Gerisi gelir; gelmese de, doğru olan bu!

Bunu “zafer, barış, başarı” veya “bir avuç toprak” gibi dünyevî, yani kısa vadeli maksadlar için değil; “doğru olduğu için, zulme ve haksızlığa engel olmak için, müslüman olduğumuz için, müslüman değilsek ‘insan’ olduğumuz için, zillet ve meskenetten kurtulmak için” yapmalıyız!

“Muzaffer olur muyuz?” Dedim ya, zafer şart değil; çünkü dünya maksad değil, çünkü dünya geçici; ama zafer olursa ‘nur üstüne nur!’

“Peki kazanır mıyız?” Bu savaş kaybetmesi olmayan bir savaş; ölürsek şehid, öldürsek gaziyiz çünkü! Asıl şimdi mücadele etmemek; savaşmadan mağlubiyeti kabul etmek demek, peşinen yenilmek demek!

Yazımın sonunu Kur’ân-ı Kerîm’de bildirilen bir olay ve haberle bağlamak istiyorum ki; belki o Âyetlerin bağlı olup, döndüğü mevkiye bu Yazı da bağlanıp, yükselir; bağlı olduğu yerin rezonansıyla ihtizaza gelip, hareket ve bereket kazanır! Kitabımız’da geçen, meleklerin: “Kan dökecek ve fesad çıkaracak insanı niçin halife yapıyorsun, bunun hikmet – illetini anlamadık?” suâline, bu dünya’dan da: “Ama bu fesada engel olmak isteyen bizim gibi insanlar da olacak!” cevabını gönderebilmek için, bütün bayramlar – şenlikler iptal! Haydi bismillâh!…

Share

Yorum ekleyebilirsiniz...