Yeni bir Bilim Anlayışının İnşasında, İslâmî bir Epistemoloji Önerisi (2)
Geçen yazımızda; “bilim (science)” ve “bilgi (veri / data – information – knowledge)” kavramlarının farklı ve ayrı olduğundan bahsetmiş ve “Bilim/sellik”in de, kâinatta mündemiç (içkin) “bilgi”yi arama ve keşifte; eksik ve yanlış, zararlı ve sığ bir yöntem olduğunu söylemiş ve şöyle devam etmiştik:
Bilim / Bilimsellik’in, kullandıkları yöntem gereği; “objektif ve olgusal, tarafsız ve evrensel” olduğu söylenir ama Bilim/sellik’in bu “nesnellik ve evrensellik” iddiası; “dil’in gramer ve mantığı” ve “mantık’ın da dili” nedeniyle; ayrıca insanın “beşerîyet ve sınırlılığı” nedeniyle mümkün değildir.
Evet, inançtan bağımsızlık ve tarafsızlık mümkün değildir; çünkü gözleyip – ölçtüğümüz birşeye ya “Yaratıcı ve Fâili var(mış)” veya “yok(muş)” önvarsayım ve aksiyomuyla bakarız. Bu 2 şıkkın ortası veya dışarıdan bakılacak, eşit uzaklıkta üçüncü bir gözlem noktası yoktur. İnançtan bağımsız ve tarafsız, nesnel ve objektif bir bakış açısı olamayacağı için; gözlem ve ölçümlerimizin ifadesinde, başlangıçta doğru önvarsaydığımız veya seçip, inandığımız bu şıkka göre, cümle ve kelimelerimizi belirleriz.
Elhasıl mevcut Bilim; yola çıkarken, başlangıçta önvarsayım ve aksiyom, felsefe ve paradigma, inanç ve zan olarak; “Varlık ve işleyişinin Yaratıcı ve Fâil ve Ustası yok(muş); var olsa bile, işleyişe karışmıyor(muş)” tarafını tuttuğu için; bu Bilim’in kâinattan elde ettiği ve edeceği bilgi ve veri, keşif ve gözlemlerin ifadeleri; zarurî olarak “ateist ve materyalist, determinist ve natüralist” olmak zorunda. Ve evren tasvir ve açıklamaları da, böyle kurgulanmak zorunda ve zaten olan da budur.
Bunun sonucu olarakta; “kim (fail ve özne kim)” ve “niçin / niye (anlam ve amacı ne)” soruları “Bilim/sel” kabul edilmeyip, gözlem ve araştırma sahasının dışına çıkartılmakta. Çünkü “Bilim”, bu tür soruların; “gözlem ve araştırma” ve “bilgi ve bilmenin” değil; “inanç ve önkabül, metafizik ve felsefenin” konusu olduğunu iddia etmekte.
Bilim’in Şirk Paradigması, İslâm’ın Tevhid Paradigmasıyla Çatışır
Bilim/sellik’in bu durumunu İslâmî kavramlarla ifade edersek; Bilim/sellik; “küfür ve inkâr ve şirk”in tarafını tutmakta. Başlangıçta doğru varsaydığı bu küfür ve ret aksiyomuyla tutarlı olacak şekilde; evren gözlem – araştırma ve ölçüm sonuçlarını da, bu inkârının (güya) delil – ispatıymış gibi algı ve ifade kalıplarıyla sunmakta. Yani Bilimsel Yayınlardaki ifadelerinde, sanki bu tuttuğu “yok(muş)” tarafı doğruymuş gibi sahte ve kurgusal evren ve işleyiş tasvirleri yapmakta.
Çünkü dediğimiz gibi; tarafsız bir bakış açısı olmadığı gibi; inançtan bağımsız ve yalın, olgusal ve nötr bir ifade biçimi de yoktur! Dahası, hükmün askıya alındığı veya agnostik tavır takınabileceğimiz; yani eşyanın objektiviteye izin verdiği nötr ve flû alanlar da yoktur. Dolayısıyle gözlem – ölçüm sonuçlarımızı ve kâinat tasvirlerimizi, başlangıçta doğru varsaydığımız bu paradigmalara göre yaparız. Yani Bilim/sellik’in de yaptığı bundan ibaret olup; öyle iddia edildiği gibi, Bilim; objektif ve tarafsız, olgusal ve nesnel olmayıp; “ateist ve materyalist, determinist ve natüralist”tir.”
Biz ise halâ: “Efendim aslında Bilim evrensel ve objektiftir de, sadece dinsizlik ve ateizme alet ediliyor” gibi cümlelerle Bilim ve Bilimsel Bilgi’yi temize çıkarmaya; tüm yanlışlardan kutsayarak, dokunulmaz kılmaya çalışıyoruz! “Mutlak müsbet” ve “pozitif” kavramlarmış gibi, mümkün olsa her sözümüzde kullanmaya çalışarak; fikirlerimizi meşru ve mu’teber kılarak, muhatabımıza kabul ettirmek için; “bilim, bilimsel bilgi, bilimsel yöntem, bilimsel gerçek” kavramlarını kullanmakta herhangi bir sakınca görmüyoruz.
Burada biraz düşünmeli; halâ özür dileyici ve mahçup ve çekingen tavırlarla dillendirdiğimiz: “Efendim, Bilim ve Bilimsellik Felsefesi, aslında tarafsız ve objektif, evrensel ve olgusal da; bunu, kendi inançsızlık ve ateizmine alet eden bilimadamları var(mış)” ezberini artık terketmeliyiz!
Çünkü buraya kadar yazdıklarımızdan da anlaşılacağı gibi; “Bilim ve Bilimsellik” ateizm ve materyalizme alet edilmiyor; çünkü ve zaten “Bilim”, ateizm ve materyalizmin ta kendisi! “Allah yok(muş), varsa bile varlık ve işleyişe karışmıyor(muş); zaten madde ve evrenin işlemesinde O’na ihtiyaç yok(muş)” tarafından olmak!… Gösterdiği sebep ve mekanizmalar ve kurguladığı Bilimsel İfadelerde; eşyanın O’na hiç ihtiyaç duymadan (yani failsiz), nasıl bu işleri yaptığını (başardığını) anlatmak. Yani O olmadan; failsiz ve öznesiz eşyayı nedensellediğine ve nasıl çalıştığını tasvir edip, açıkladığına inanmak ve inandırmaya çalışmak. Yani küfür ve şirkin savunuculuğunu yaparak; gözlem – ölçüm – keşiflerini, bunun deliliymiş gibi dizayn ederek, sunmak… Böyle yaparak; Allah’a zaruret ve ihtiyaç duymayan ve hakkında hiçbir delilin olmadığı; sahte ve kurgusal kâinat tasvirleri yapmak!… Manevîyatı reddedip; “bunlar metafizik ve inanç işi; yani fizik’le ilgisi olmadığından, gözlem – araştırmayla ispatlanamaz” demek. Buradan, herşeyi “madde”nin özellik ve fonksiyonlarına indirgemeye çalışarak, nedenselleme ve açıklamaya çalışmak… “Tanrı”yı; bırak, evrendeki faâliyetlerin “fail ve öznesi”; “sebeplerden bir sebep” olarak bile kabul etmemek; ama bundan başka eline ne geçerse herşeyi (madde, enerji, çekim, tabiat, kanun, tesadüf, zorunluluk) sebep ve fail, etken ve mûcid kabul etmek… En olgusal ve nötr olması gereken gözlem ve ölçüm veri ve sonuçlarını bile; “türlü sebep, mekanizma, tabiat, enerji, tesadüf ve kanunların işi ve eseri ve sonucuymuş” gibi, “failsiz, deterministik cümle kalıplarıyla” ifade etmek… Bütün bunlar; ateizm ve materyalizmin tasvir ve ispat teorisi ve kişileri ikna süreci değilse, nedir!? Başlangıçta aksiyom olarak, önvarsaydıkları “fail bir Allah yok(muş)”la tutarlı ve onu destekleyen; yani Allah’tan ayrı ve bağımsız; yani kendi kendine ayakta durup, işleyen “full otomatik evren metaforu”nun delil – tasvir prosesi değilse nedir!?…
Herşeyi var edip, varlıkta tutmaya devam eden; yani “Kayyum” olan Rabbimiz’i kabul etmemenin zorunlu sonucu olarak; yani başka ihtimâl olmadığından, gidilebilecek zorunlu istikamet ve seçilecek zorunlu şık olarak; “Kayyum” olan madde ve evren inancının ispatına çalışmak… “Varlık, O’na ihtiyaç ve zaruret duymadan, kendi başına ayakta durması mümkün(müş); zaten olan da, bu mümkün’ün gerçekleşme ve vukuûndan ibaret(miş)” gibi anlatmak; gözlem – ölçüm sonuçlarını, bu alt zeminin ispat ve telkinine yolaçacak şekilde, dizayn ve inşa etmek…
Bilim’in Bilimsel/lik Kriterleri yerine, Niçin İslâmî B/ilim’in Kriterlerine geçilmeli?
1700’lü yıllarda doğup, yöntem ve kavramları şekillenen ve kendi varlık algısı ve epistemolojisini (din, ülke ve milliyetten bağımsız) heryere kabul ettiren “Bilim/sellik”in; şimdiye kadar detaylı bir “Eksik – Yanlış – Zarar Analizi” yapılmış değil. Günümüze kadar hep, Bilim’in insanlığa katkı ve faydaları üzerine vurgular yapılmış.
Mevcut “modern” Bilim’in, “Ateist – Materyalist Bilimsellik Kriterleri” ve “Seküler – Lâik Felsefesi” ve “Determinist – Natüralist Bilimselliği” yerine; “İslâmî B/ilim’in Kriterlerine” geçmenin ehemmiyeti ve buna ihtiyaç, hatta zaruret olduğunun izah ve ispatı için; öncelikle bu “Bilimsel Bilim”in eksik ve yanlışları, sığlık ve zararlarının gösterilmesi gerekmektedir.
Bu “Bilim/sellik Felsefesi”nin hangi “varlık” ve “Tanrı/sızlık” anlayışına dayandığı; başlangıçta “aksiyom” olarak, hangi bâtıl inanç ve yanlış felsefeleri doğru varsayıp; Bilimsel Yöntem ve İfadelerinde esas aldığının gösterilmesi gerekmektedir.
Çünkü Bilim’in bu yanlış ve eksiklerle mâlûl aksiyom ve paradigmaları; mevcut iman ve itikadımızı aşındırma ve bozma gibi, yanlış ve zararlı “subliminâl (bilinçaltı) mesaj ve kodlar” taşıdığı gibi; olaya sırf Bilim’in dünyevî ve pratik faydaları açısından bile baksak; Bilim/sellik Felsefesi’nin bu önvarsayım ve postulatları, kendi araştırma alanını da daraltmakta. Yani gözlem – ölçümlerinde; evrene sorup, alabileceği cevapları da kısıtlamaktadır. Yazımızda bahsettiğimiz; “kim (fail ve özne kim)” ve “niçin / niye (anlam ve amacı ne)” sorularının, Bilimsel/lik Yöntem ve Kriterlerince kabul edilmeyip, bilâkis reddedilmesi gibi. Bu ana soruların anahtarıyla açılacak, daha milyarlarca başka soru ve evrende keşfedilip, gözlenecek cevap… Halbuki sormadığımız sorunun cevabını göremeyiz; görsekte farketmeyiz; farketsekte önemsemeyiz; bu yetmezmiş gibi, bir de sorduğumuz yanlış sorular, doğru cevapları da görmemize mâni.
Bilim/sellik’in sormadığı ve bizim de (zihnimize taktığı kelepçe ve çizdiği sınırlarla) sormamıza mâni olduğu soruların cevapları önümüze gelmişti işte! Daha doğrusu her zaman gözümüz önündeydi! Fakat Bilim ve Bilimsel Yöntem, bunları görecek “kuramsal altyapı”dan yoksun. Çünkü, cevapları farkedecek, “teori ve kavramları”; varlıklarını keşfedip, görecek “enstrüman/araçları” yok. Zaten en başta, Bilim’in (kendi tanım ve yöntemi icabı) böyle bir niyet ve sorusu da yok. Evrende gördüklerimiz ise, amaç ve sorularımızdan bağımsız değil ve neyi ararsak, ancak onu bulabiliyoruz. Halbuki, sormadığımız ve sahibi olmadığımız soruların cevapları önümüzde! Üstelik; dışımızda, makroevrende büyük harflerle ifade edilen aynı manâ, mesajlar; içimizde küçük harflerle de yazılmış…
Elhasıl, mevcut Bilim’in detaylı bir “Eksik – Yanlış – Zarar Analiz ve Envanteri” çıkarıldıktan sonra; ikinci aşamada, yerine alternatif olarak önerdiğimiz İslâmî B/ilim’in farkı ve üstünlüğünün gösterilmesi gerekmektedir ki; buradan, “Hâlihazırda mevcut ve işe yarayan Bilimsel Bilim yerine, neden İslâmî B/ilim’i tercih edelim?” sorusunun cevabı verilebilsin.
Yapılması gerekenleri gösteren bu yol haritası ışığında; yeni bir Bilim Anlayışının inşası ve alternatif bir İslâmî B/ilim Paradigması önerisi; öncelikle, “Bilim/sellik”in aşağıdaki sorularına net ve kesin ve delil – ispatlı (doğrulama ve yanlışlama yapmaya müsait) cevaplar vermelidir:
Mevcut “Bilim ve Bilim/sellik Felsefesi ve Yöntemlerinin”; iddia edilen, eksik ve yanlış, sığlık ve zararları nelerdir? Niçin şu zamana kadar başarısını, teknolojik icat ve doğru çıkan tahmin / öngörülerle defalarca ispat etmiş ve devamlı kendini geliştiren “Bilimsel Bilim” yerine, “İslâmî B/ilim”i tercih edelim?
Hem “Bilim ve Bilimsellik Felsefesi”, tanım ve ta’rif ve yöntem olarak; gözleyip, ölçebildiklerini; deney yapıp, araştırabildiklerini konusu olarak seçmiştir. Dolayısıyle “Tanrı, melekler, ahiret, İlâhi İrade, kader, sevk-i İlâhî” gibi konular, gözlem ve araştırma sahası dışındadır. Yani İslâm’ın söyledikleri; gözlem ve ölçüm, doğrulama ve yanlışlamaya müsait değildir. Yani bu gibi dinî söylemler; “araştırma ve gözlem ve bilgi”nin değil; “inanç ve önkabül”ün konusu olabilir ancak. Dolayısıyle Bilimsel İfade ve Makaleler’de böyle “metafizik ve doğaüstü/dışı” kavramlara atıf yapılmaması gayet normâl ve olağandır. Bunda bir artniyet ve zındıklık aramaya lüzum yok!
Üstelik Bilim, konusu olan “evren”in; varlık ve devamı, işleyiş ve çalışması için; üstün özelliklere sahip, şuurlu herhangi bir “fail” ve “ekstra bir nedene” de ihtiyaç ve zaruret duymamakta! Yani şu âna kadar yaptığımız gözlem ve ölçümlerde, evrenin işleyişinde “Tanrı” gibi bir fail ve neden’e muhtaç ve mecbur olunduğunu gösteren herhangi bir kanıta rastlamadık. Evrenin varlık ve faâliyetinde Tanrı’ya ihtiyacı olduğunu gösteren ve eğer varsa bile; bu Tanrı’nın işleyişe müdahil olup, varlıkla etkileştiğini gösteren herhangi bir bağlantı ve etkiyi de gözlemlemedik.
Dolayısıyle; evrende, herhangi bir mekanizma ve sistemin işleyişini açıklayıp, rasyonalize edebilmek için; “doğadışı ve metafizik” birşeylere atıf yapmaya ihtiyacımız yok. Çünkü, dediğimiz gibi; işleyişte, Tanrı’nın doldurması gereken herhangi bir “nedensel boşluk” yok ve bugüne kadar da bulunamadı. Yani bu gibi kavramları, teorilerimize eklemeye gerek yok.
Bilim’in doğru öngörü ve keşif ve teknolojik buluşlarının da ispatladığı gibi; maddî ve fizikî olayları nedenselleme ve açıklamak için, “metafizik ve doğaüstü”ne atıf yapmaya gerek yok. Bilim’in yöntem ve ulaştığı sonuçlar, şimdiye kadar bir hata vermedi. Yani evrendeki işleyişi, “neden – sonuç” şablonuyla, pekalâ rasyonalize edip, çözebiliyoruz. Çözümlemelerimizin doğruluk – yanlışlığını da ayrıca test edip, gerekirse düzeltmeler yapabiliyoruz.
Fail ve özneye ihtiyaç duymadan kurduğumuz bu “Failsiz, Yatay Deterministik Şablonun” doğru olduğunun en baş ispatı da şudur ki: Bu Bilimsel Paradigma sayesinde, doğru Bilimsel Öngörü ve tahminlerde bulunabiliyor ve doğru matematikî hesaplama ve çıkarımlar yapabiliyoruz. Üstelik, bu Bilimsel Yöntem ve Paradigmalarımız yanlış olsaydı; bu felsefenin rehberliğinde yaptığımız hiçbir teknolojik makina ve aletin de çalışmaması gerekirdi!
Elhasıl, Bilimsel Açıklama ve Teorilerimize “Tanrı” gibi (zaten kendisi de muâmma ve eşyadaki fonksiyon ve ilişki/etkileşimi de görünmez ve ispatlanamaz!) yeni bir “bilinmeyen” eklememizi gerektirecek herhangi bir “nedensel boşluk” veya “mantıkî zorunluluk” veya “aklî gerekçe” yok. Durum buyken; yani kuramlarımıza “Tanrı, kader, melekler, ruh” gibi yeni bir neden ve kavram; yeni bir fail ve aksiyom eklemeye; herhangi bir “mantıkî” ve “ampirik” ihtiyacımız yokken; yani keyfî olarak, açıklama ve teorilerimizi gereksiz genişletip – şişirmeye lüzum yok!
Kaldı ki, ekleyeceğimiz bu yeni kavram ve aksiyomların; bilimsel ve teknolojik gelişmeye de bir katkısı olmayacak. Yani “İslâmî B/ilim”in getireceği kavram ve paradigmatik açılım ve önerileri, Bilim’in şu ân üzerinde çalıştığı güncel soru(n)larını çözmeyecek veya evreni daha büyük resimde anlamak için yeni Bilimsel Teori ve anlayışlar da getirmeyecek. Kısaca, pratikte hiçbir faydası olmayacak, İslâm’ın bu epistemoloji ve ontolojik önerilerini ve “herşeyi bizzat idare ve kontrol eden Tanrı” anlayışını niye kabul edelim!? Hem de Bilim’in şu ân kullandığı “Bilim/sellik Felsefesi” yeterliyken.
Örnek vermek gerekirse; şimdi, bir insanın ölüm sebebi belli ve biyolojiyle açıklanabiliyorken; “Azrail” gibi ekstra bir neden ve fail eklemeniz, hangi mantıklı ve doğru bir akıl yürütmeye dayanıyor!? Farzı muhâl, “Azrail”in varlığını ispatladınız; peki ruhları aldığını nasıl veya hangi deney – gözlemle göstereceksiniz?
Örneğin: İlâçların, biyolojimizle etkileşimi ve etki mekanizması apaçık belli ve gözlenebiliyorken ve bu gözlem/ölçümlerimize göre “neden – sonuç şablonları” kurulup; bu şablonların ışığında yeni ilaçlar da üretebiliyorken; “şifa verici ve iyileştirici” (El Şafî) gibi ekstra bir neden veya fail niye arayalım!?
Veya deprem gibi doğal olayların nedeni “fay hatları, basınç, kırılma – gerilmeler” iken; bunların “tabiî” değil de, “İlâhî” bir fiil ve iş/leyiş olduğunu ve bir kısım günahlardan kaynaklanan ceza veya ikaz olduğunu niçin kabul edelim!? Hadi kabul ettik diyelim; bunu İslâmî B/ilim’in teklif ettiği, fakat bizim bilemediğimiz (bize meçhûl kalmış!) hangi yöntemle ispatlayacaksınız?
“Allah, Rezzak (rızık ve ni’met veren) olduğu için (sebep); mikrodan – makroya, tüm canlı – cansız mahlûkata rızık verip, varlık ve yaşaması için her türlü gıda ve ihtiyacını veriyor (sonuç)” diyorsunuz. Biz bu inanç ve iddianızı da, evren araştırmalarımızda görmedik. Peki, varlığın ihtiyaçlarını karşılayanın O olduğuna sizin deliliniz nedir?
Elhasıl, Bilim’in gösterdiği hangi “neden” veya işleyen “sistem/mekanizma” yeterli gelmedi de; “şu işin şurasında Tanrı devreye girmeli ve giriyor” diye iddia ediyorsunuz!? Varlık ve işleyişte, “gerçek sebep” dediğiniz, “Tanrı” gibi bir “ek sebep” veya “fail” olması gerektiği ve zaten olduğu fikrinde niçin ısrar ediyorsunuz? Varlık ve işleyişte, neden ve niçin, doğaüstü bir “asıl sebep” ve üstün özelliklere sahip bir “özne ve fâil” arıyorsunuz!?
Evrenin varlık ve işlemesinde; Bilim’in gösterdiği hangi neden, anlattığı hangi sebep, izah ettiği hangi mekanizma ve Bilimsel Açıklama yeterli gelmedi de; işleyişe “Tanrı” gibi ek bir neden veya fail ekleyerek; teoriyi gereksiz genişletmek ve böyle de olduğuna inanmak mecburiyetinde hissediyorsunuz kendinizi!? Hangi “mantıkî bir akıl yürütmeyle” bunu çıkarsadınız veya “ampirik ve deneysel” bir gözlem – deneyle bunu keşfettiniz?
Tamam insanlığın ayakları üstüne kalkarak, yürümeye çalıştığı ilkel çağlarda, atalarımız sebebini ve mekanizmasını bilmedikleri ve korktukları doğal olayları “yer, gök, şimşek tanrılarına” veriyorlar ve “tanrıları razı edersek o korktuğumuz olaylardan da korunur ve bir nebze kontrol edebiliriz” diye rahatlıyorlardı. Buna benzer; “ölüm ve hiçlik” gibi korkular da; “ölümden sonraki hayat (ahiret)” inancının doğmasına sebep oldu. Mevcut iktidarların da; toplumu birarada tutup, iktidarı koruyacak ve uğrunda ölünecek adam, asker arama ihtiyacı; “ahiret, şehidlik, ahlâk” gibi inançları besledi ve büyüttü. Fakat zamanla, insanlığın bilgi ve zekâ seviyesi arttıkça; çok tanrılı dinler, “tek tanrılı dinlere” evrildi…
Şimdi Tanrı varsa ve olsa bile, “İlk Neden Tanrısı” olabilir ancak. Fakat Bilim’in en temel kanunlarından biri olan “var, yok; yokta var olmadığına ve herşey dönüşüm içinde olduğuna” göre ve “yok(luk) / hiç(lik)ten birşeyin yaratılıp, var olduğunu şimdiye kadar da gözlemlemediğimize” göre; üstelik Bilim’in “Birbirine Neden Olan Sonsuz Paralel veya Ardarda Doğan Evrenler” gibi hipotez ve varsayımları da birgün kanıtlanırsa; yani “madde–enerjinin” ezelî (başlangıçsız) ve ebedî (sonsuz/bitişsiz); yani sonsuz ve devamlı var olduğu ortaya çıkarsa; o “İlk Neden Tanrısı”na da inanmaya mantıkî gerekçe ve aklî zorunluluk kalmayacak.
Zaten sizin, Tanrı’yı ispat için çokca yaptığınız o akıl yürütme; yani “sebepleri”, tren vagonları gibi zincirleme bağlayıp, bunları da lokomotif gibi “İlk Neden Tanrısı”na bağlamak ve sonlandırmakla, güya “Tanrı”yı ispat ettiğinizi zannettiğiniz o meşhur akıl yürütme! Şimdi, sizin “sebepler”i sonlu kabul edip, geçmişin bir noktasında “başlangıçsız ve sonsuz” olduğunu kabul ettiğiniz bir “İlk Neden Tanrısı”nda durdurmak mecburiyetinde olduğunuzu zannettiğiniz o “İlk ve Asıl ve Sonsuz Sebep”, neden (Tanrı yerine) “Sonsuz Madde–Enerji” olmasın!? “Var, yok ve yok’ta var olmadığına” göre; neden, devamlı var olduğu için, yaratıcı bir ilk sebebe ihtiyaç duymayan “madde – enerji”, varlığın başlangıcı olmasın!? Yani hangi mantıkî gerekçeyle; “İlk Neden”i Sonsuz Tanrı da kesip – sonlandırmak yerine; “sonsuz madde”de sonlandırmıyorsunuz!?…
Elhasıl “Bilim” ve “Din”, kategorik olarak ayrı alanlardır. Bilim; yöntem ve tanımı icabı sorgulayıcı ve şüphecidir. Dinler ise, nasları hakkında en küçük bir şüphe ve sorguyu bile kabul etmez; bilakis mü’minlerinden, şüphesiz bir iman ve itaât isterler. Ayrıca, dinlerin inanmamızı istediği şeylerin; “deney, gözlem, ölçüm, tekrarlanabilirlik ve mantıksallık ve kişiye göre değişmeyen anlamında ‘olgusallık” gibi Bilimsel Yöntemler ve Kriterleriyle de ispatı mümkün değildir. Yani dinlerin inanmamızı istediği “metafizik” söylemler; “araştırma, gözlem ve bilgi”nin değil; “inanç ve önkabül”ün konusu olabilir ancak; “kayıtsız – şartsız teslimiyet ve güven”in konusu olabilir ancak. Kısaca; “akıl ve bilgi, bilme”nin bittiği yerde “iman” başlar ki; bu da dinlerin, rasyonel ve bilimsel tabana oturmadığının en bariz kanıtıdır!…
Cevaba geçmeden önce, Bilim/sellik’in bu sorusunu biraz analiz ederek, cevabını, bir sonraki yazımıza erteleyeceğiz. Sorudan da anlaşılacağı gibi; evrenin varlık ve işleyişi hakkında, Deterministik Bilim’in gösterdiği her “neden ve sebep”; Rabbimizle, varlık ve işleyişi arasındaki münasebet iplerini (algı ve zihinde) bir bir kesip, kopartmakta. Olayları tasvir ederken, kurduğu “sebep – sonuç zincir” veya ağları; bu patern ve şemalar; Rabbimiz’in eşyaya etki ve illiyyetini karartıp – köreltme işlevi görmekte.
Varlık ve işleyişinin, Tanrı’dan bağımsız, artarda gelen sebep – sonuç zincir veya ağlarıyla örüldüğü bu kurgusal evrende; Tanrı varsa ve olsa bile ancak, varlığın yaratılışında (o da, “Sonsuz Paralel” veya “Sonsuz Ardardalıkla, Birbirine Sonsuz Neden Olan Evrenler” gibi hipotezler eğer yanlışsa) “İlk Neden Tanrısı” olmak gibi küçük bir rolü olabileceği söylenmekte.
Bilim’in bu “Tanrı” tanım veya teolojisi; Tanrı’yı ispat ve iman’ı gerekçelendirmek için, bizi; kâinat(lar)ın başına gitmek gibi, gözlem ve araştırmanın yapılamayacağı çok uzak zaman/mekânlara gitmek zorunda bırakıyor. Başlangıca gidip, yaratılış(lar)ın ilk ânına şahit olamayacağımız için de; bize, Tanrı’yı ispat için, mantıksal spekülâsyonlar yapmaktan başka bir çözüm yolu bırakmıyor. Yani Bilim, Tanrı’yı ispat için kâinatın başlangıç noktasına bizi gönderip, o noktaya bizi sıkıştırıp; başlangıçtan sonraki tüm geniş uzay/zamanları, kendi ateizmi lehine zaptederek; böylece bizi, gözlem yapmanın mümkün olmadığı çok küçük bir noktaya sıkıştırmaya çalışıyor! Geniş bir uzay – zamanı, kendi araştırma ve tezleri için, kendisine ayırıyor. Bu sebepten, Bilim’in sorusundaki bu tuzağa düşmeden, cevap vermemiz gerekiyor.
Bilim’in bu, fonksiyonu bitmiş ve âtıl, yani artık varlık ve işleyişe karışmayan “İlk Neden Tanrısı”, belki Hıristıyan ve Yahudilik’in teoloji ve Tanrı inancıyla çelişmiyor olabilir; fakat nefsü’l emirdeki (realitede, vak’âya mutabık) Tanrımız olan İslâm’ın bildirdiği Rabbimiz “Allah”la çelişmektedir. Çünkü kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’de geçtiği gibi (meâlen); “O kesintisiz her ân faâldir.”
Çünkü dinimizin en açık vurgusu ve en bariz vasfı olan “Tevhidî” Paradigmaya göre; Rabbimiz’in, ilâhlık (Ulûhiyyetinde) şerik/ortak/yardımcıları olmadığı gibi; (Rububiyyet), yani kâinattaki tedbir ve icraat, faâliyet ve işlerinde de ortak ve yardımcıları yoktur. Başta 99 temel “Esma-ül Hüsnâ”sı ve sayısı belirtilmemiş diğer isim ve sıfatlarıyla; her ân varlığı var edip, ayrıca varlıkta durdurmaktadır. Varlıkta tutmakla kalmayıp; hareket ve yönelim, işleyiş ve çalışma, kâinatla bağlantı ve münasebetini de sağlamaktadır.
Rabbimiz’i; Bilim’in, sorusunda bizi düşürmeye çalıştığı; varlığın başlangıcı ve gözlem yapamayacağımız geçmiş uzun zamanlarda ve ihtimâl hesaplarında aramak ve ispatına çalışmak yerine; “şimdi / şurada”da gözlem ve ispatı konusunu gelecek yazımıza erteliyoruz.
Rabbimiz’in zaman – mekândan münezzeh Zât’ını değil de; isim ve sıfat, fiil ve eserlerinin “şimdi/şurada”da gözlem ve ölçüm, delil ve ispatı konusuna; Bilim’in sorusuna cevap verirken gireceğiz.