Önceki Yazımızda, “ateist ve materyalist” felsefe ve inançlara göre dizayn edilmiş “Bilimsellik Paradigması”nın ürün ve sonucu olan “Bilim”in ürettiği; safsata ve hurafelerle karışık, masalvârî bazı “Bilimsel Bilgi” ve İfadelerden örnekler vermiştik. Bu örnekleri tekrar hatırlamakta fayda var:
“Bitkiler, fotosentez yaparak besin ve enerji elde ederler. Kökleriyle topraktan emdikleri suyu, onlarca metre yükseklikteki en uç dallarına kadar ulaştırırlar. Bitkilerin yaşamını devam ettirebilmesi için şekere de ihtiyacı vardır. Kökleri aracılığıyla topraktan aldıkları suyu, yapraklarında karbondioksitle birleştirip, güneş ışığının da yardımıyla şekere dönüştürürler. Sadece suyu topraktan emmek yeterli değildir. Bu suyu tüm yapraklara ulaştırmak ve üretilen şekeri gövdeye dağıtmak gerekir. Bitkiler bu amaçla mükemmel bir su tesisatı sistemi geliştirmiştir…”
“Bir çok canlı, avlanmak ve av olmaktan korunmak için çok çeşitli kamuflaj ve saklanma yöntemleri geliştirmiştir…”
“Güneş, dünyamızı aydınlatır ve ısıtır. Bunu; hidrojeni, nükleer füzyon ile helyuma dönüştürerek yapar. Böylece dünyamızı ısıtmakta, ayrıca bitki ve diğer canlıların enerji ihtiyacını karşılamaktadır…”
“Hücrelerimiz, mitokondride kendi enerjisini üretir…, Hücre zarı, hücreyi dağılmaktan ve dış etkilerden korur. Madde alışverişini sağlayarak, hücreye faydalı olanların geçişine izin verir. Bunu da reseptörleri aracılığıyla yapar…, Karaciğerimiz, üçyüzden fazla kimyevî reaksiyonu gerçekleştirir…, Arı, bal yapar…, Mutasyon, şunu yapar. Adaptasyon, bunu yapar. Doğal seleksiyon, eleme bunu gerçekleştirir. Evrim, şunu yapar…”
Evrenin, varlık ve işleyişinin “asıl faili”; yani cansız zerre ve maddeleri yerinden kaldırıp, harekete geçiren ve birşeylere araç ve sebep yapan “asıl sebebi”; yani evrendeki madde – enerji’lerin (bu işleyişte) ‘alet’ ve ‘sebep’ olmasının “asıl nedeni”; yani bütün bu varlığı, (fiil ve eserlerinin üretiminde) “alet – edevat” gibi kullanan “Rabbimiz”i kabul etmeyen Bilimsellik Felsefesi’nin ürettiği Bilim’in düştüğü çukur, işte tam da burası.
Başlangıçta yola çıkarken, evren gözlem ve incelemelerinde; “Allah var(mış)” [kâinatın “faili (yaratıcı ve ustası ve işleticisi) var(mış)”] yerine, “Allah yok(muş)”u aksiyom olarak doğru önvarsayan “Bilim/sellik”in bu durumu; tıpkı, önünde hazırlanmış bir yemeği görüp, fail ve aşçısını gör(e)mediği için, o yemeği; “bıçak – soğan hareketleri, tencere – tava uçuşmaları ve ateşin ısısı, bıçağın basıncıyla” tasvir edip; güya böylece yemeği nedenselleyip – açıkladığını düşünen bir insanın düştüğü duruma benzer.
Halbuki böyle, doğadaki cansız ve bilinçsizlere “hayat ve şuur, bilgi ve irade” atfedip; böylece evrendeki canlı veya cansızları “insansılaştırmak”; böylece onları “bilinçli ve kendi irade ve bilgileri, kuvvet ve tercihleriyle bu işleri yapıyormuş” gibi göstermek; edebî bir sanat olarak, sadece “masallarda ve çizgi filmlerde” olur biliyorduk!
Bilim’in, evrenin varlık ve işleyişinde “fail ve özne” olarak gördüğü “madde” ve “sebepler” hakkında; bu “yapar, eder, geliştirmiştir” gibi ifadeleri; edebî kaygılarla seçilmiş (Bilimsel cümlelerde “mecaz ifadelere de yer verelim” gibilerinden) kelimeler olmayıp; “vitalist ve animist” bir anlayış ve felsefenin ürünüdür. Daha doğrusu: Bilimsellik Paradigması’nın, ürettiği Bilimsel Bilgi’ye; fail olan “Allah”ı eklememesinin zorunlu sonucu olarak, yerine başka “sahte failler” üretmesinin sonucudur.
Çünkü mantık ve dil’de; “fiil”, failsiz olamayacağı için; maddenin hareketlerinden bahseden Bilimsel İfadelerde, o fiile bir “fail ve özne” atama zorunluluğu doğuyor. Gene mantık ve dil’de; “eser”, müessirsiz ve ustasız da olamayacağı için; evrendeki eser ve sonuçlara, bir “usta” bulma zorunluluğu doğuyor. Yani Bilim’in, Rabbimiz’i “fail ve özne ve müessir” kabul etmemesinin zorunlu diğer şıkkı olarak; edilgen bir “nesne ve alet” olan “madde ve süreçler”; “etken bir özne” ve “iradeli bir fail” ve “canlı bir müessir / usta” katına yükseltilir.
Evrendeki “bilgi”nin (ham data – veri – information – knowledge), “bilimsellik” (scientific / scientificness) filtresinden geçerek, “bilim” (science) hâline dönüşmesi ve “bilimsel Bilgi” olarak ifade edilmesi; bize böyle, “sahte ve kurgusal, sihirli ve masalsı” bir evren sunmakta!
Elhasıl, neyi – nasıl yaptığını, sonuç ve çıktılarını bilmeyen “ağaç, güneş, arı, bitki, hücre, hayvan” gibi (akıl ve şuur, bilgi ve irade, hatta hayattan yoksun) varlıklar hakkında; Bilim/sellik’in “yapar, eder, verir, geliştirir, izin verir, sağlar” gibi; düpedüz mantık ve bilgi yanlışları içeren bu Bilimsel İfadeleri; safsata olup, hurafeler üretiyor. “Bilim” de, bizden bu masallarına inanmamızı istiyor! “Bilimsel Bilgi” dediğimiz ifadelerin hemen hemen tamamı, böyle “failsiz ve öznesiz” veya “sahte failli” cümlelerle kurgulanıp – dizayn edilmiştir.
Bilimsel Bilgi ve İfadelerin; tasvir ve açıklamalarının, analiz ve yapısökümünden çıkan sonuçlar bu. Bilimsel Cümlelerin; gramatik inceleme ve metalinguistik açılımı, mantık ve mefhumundan çıkan sonuçlar böyle.
Ağaç, elma yapamaz!
Sebepler içerisinde, cihaz ve kuvvetçe en zengin ve güçlüsü olan “insan” bile; kendi vücudunda olan fiil ve işler hakkında bile; bilerek yaptığı iradî fiillerinde bile; vücudunda olanlar hakkında ne bilgisi var ve ne de olurken şuuruyla farkında işleyişin.
Örneğin: Amaçlayarak ve bilerek, yani irade ve şuuruyla yaptığı “yemek yeme” fiilinde bile; insanın yaptığı, sadece ekmeği eliyle ağzına götürüp, dişiyle çiğneyip, diliyle yutağa göndermek. Bundan sonra devam eden tüm fiil / faâliyetlerin % 99’u; o insanın, irade ve şuur ve bilgisi haricinde gerçekleşiyor. Vücudunun işleyişi ve sindirim; meselâ “göze gidecek minerâl – vitamin”in, o gıdadan ayrıştırılma ve tevzisi, dağıtım ve depolanması, ve lüzumunda hücrelere nakli gibi işler de insana bırakılsaydı…
Elhasıl: İnsan; kendi vücudundaki işler de bile; kendi iradesiyle, bilerek yaptığı, kendi fiillerinde bile; bu kadar aciz ve bilgisiz ve kudret ve şuuru ulaşamıyorken; meselâ “ağaç; elmaya sebeptir, sebeplerinden biridir” cümlesindeki “sebep” kavramı ne manâya geliyor!? Halbuki ağaca sorsak; üzerindeki elmadan haberi bile yok!
Şimdi, Bilim’in ağacı, “sebep” ve meyvesini “sonuç” olarak tanımlayıp – etiketleyen Yatay Deterministik Perspektifle olaya bakarsak. Yani, hani Bilim Kitaplarında: “Bitkiler, fotosentez yaparak besin ve enerji elde ederler. Kökleriyle topraktan emdikleri suyu, onlarca metre yükseklikteki en uç dallarına kadar ulaştırırlar. Bitkilerin yaşamını devam ettirebilmesi için şekere de ihtiyacı vardır. Kökleri aracılığıyla topraktan aldıkları suyu, yapraklarında karbondioksitle birleştirip, güneş ışığının da yardımıyla şekere dönüştürürler. Sadece suyu topraktan emmek yeterli değildir. Bu suyu tüm yapraklara ulaştırmak ve üretilen şekeri gövdeye dağıtmak gerekir. Bitkiler bu amaçla mükemmel bir su tesisatı sistemi geliştirmiştir…” gibi Bilimsel Bilgiler veriliyor ya!
Yani “bitkiler”; şuurlu ve bilgili ve ne yaptıklarını biliyorlarmış gibi; “içerler, emerler, ulaştırırlar, alırlar, birleştirirler, dönüştürürler, sistemler geliştirmişlerdir” vs. diyor ya, o bakımdan.
Şimdi, “Bilimsel Bilgiler”in zihnimize çizdiği evrenin; sahte ve sanal, sihirli ve masalsı bir evren; kurgusal bir ilüzyon olduğunun ispatı için, kısa bir yolculuğa çıkacağız. Bu yolculukta, “bilim”in bu hayalî ve sihirli evreniyle, reel evrenimizin uyuşup uyuşmadığını kontrol edeceğiz.
Bu yolculuğu kısa tutmak için, bu seferimizde sadece, “elma”yı imâl edip, üreten; yani “elma”yı, dünya ve kâinattan sentezleyip, terkip ve inşa eden ve “ni’met / rızık” olarak bize hediye edip, gönderen “sebep” ve “faili” arayacağız. Diğer deyişle: Evren Sarayının, Dünya Mutfağında, “elma”yı hazırlayan aşçıyı arayacağız.
Şimdi, yolumuza çıkan bir ağaca soruyoruz: “Ağaç kardeş, bir dakika! Bizim Bilimsel Kitaplarda, ‘ağaç, meyvenin sebebidir, sebeplerinden biridir’ yazıyor ve senin bu meyveyi nasıl inşa ve imâl ettiğini anlatıyorlar. Acaba bu üzerindeki meyveleri nasıl yapabiliyorsun? Hava ve topraktan, gerekli besinleri nasıl çekip – sentezliyorsun? Hem her meyvenin çekirdeğine, o ince programı nasıl yazıyorsun? Sonuçta sen tahtadan bir ağaçsın! Know-how vs. anlamazsın!”
Ağaç: “Senin bu bahsettiğin ve benim imâl ettiğimi iddia ettiğin meyveden ve çekirdeğinden haberim bile yok. Üzerimde gerçekleştiğini söylediğiniz diğer şeylerden de haberim yok! Bilgim, irade ve şuurum haricinde olan bu fiil ve sonuçlarına, sebep olabileceğimi nasıl düşünürsünüz! Benim kendimden bile haberim yok ki, sebep olduğumu iddia ettiklerinizden haberim olsun! Hem, meyvedeki çekirdeğine program yazacak aletim mi var benim! Yoksa, o programı kodlayıp – yazabilecek, birşey mi keşfettiniz yapımda! Ben değil o elmayı yapmak, resmini bile çizemem! Hem, bana hayat ve ruh üflense bile, gene de bu elmayı yapamazdım!” dedi.
Aynı soruyu toprağa soruyoruz: “Bizim Bilim Kitaplarında, ağaç ve bitkilere çok faydalı işler yaptığın söyleniyor. Bu ağacı nasıl yaptın? Meselâ: Ağacın programını, ufacık tohumunda nasıl okuyup – çözdün?” O da: “Ne alâka, haberim bile yok! Ben bilgisayar mıyım ki, CD’ye benzeyen tohumdaki bilgiyi, deşifre edip, kodlarını çözebileyim! Bir sineğin iki elinin giremeyeceği, gözle görünmeyen küçücük bir hücrede, o tohumdaki dizilimleri nasıl okuyup – çözeyim! Siz benim yapımda, öyle bir kod çözücü program ve alete rastgeldiniz mi!” dedi. Ve daha, elmanın kimyası ve tat – renk – kabuğundan bahisle; bütün bunları yapabilecek fizik – kimya laboratuvarları; boyahâne ve ambalaj – terzilik makinaları olmadığını söyledi.
Aynı soruyu “rüzgâr, bulut, hava, yağmura” sorduk. Onlar da: “Bizim gözlerimiz mi var ki, toprağı ve üzerindeki ağaç ve meyve – çiçeklerini görelim. Hem görebilseydik bile, meyve ve ağacın bize ihtiyacı olduğunu nereden bilecektik!? Bilsek bile, nasıl yardımcı olacaktık! Kaldı ki ‘meyve – ağaç – toprağı’ geç, bizim kendi varlığımızdan bile haberimiz yok. ‘Sebep’ olduğumuzu iddia ettiğiniz şeylere, biz nasıl sebep olabilelim! Mümkün mü böyle birşey!?” dediler. Daha: Rüzgâr, sadece “ittiğinden”; yağmur, sadece “ıslattığından” bahisle; “elma”da olan fiil ve sanat, ustalık ve nakışların; kendi etki ve te’sirleriyle olamayacağını söylediler.
Güneş’e gidiyoruz: “Güneş kardeş, senin için Bilim Kitaplarında ‘Güneş, dünyamızı aydınlatır ve ısıtır. Bunu; hidrojeni, nükleer füzyon ile helyuma dönüştürerek yapar. Böylece dünyamızı ısıtmakta, ayrıca bitki ve diğer canlıların enerji ihtiyacını karşılamaktadır…’ gibi Bilimsel şeyler yazıyor. Anlıyorum ki sen, dünyamızı ısıtıyor ve aydınlatıyorsun; bunu da hidrojeni helyuma dönüştürmekle yapıyorsun. Hasılı çok büyük işler başarıyorsun. Acaba şu ağaçtaki meyvenin sebebi veya sebeplerinden biri de sen olabilir misin?”
Güneş: “Yok kardeşim, ben ne o ağacı ve meyvesini ve ne de sizi ve dünyanızı tanırım. Bilim Kitaplarınızda benim için ‘ısı ve ışığın sebebidir’ diye yazmışsınız, yalan! Ben hidrojeni, helyuma çevirmeyi ne bilirim! Bir de hakkımda, ciddi ciddi: ‘Dünyayı aydınlatır’ demişsiniz, bu da yalan! Benim gözlerim mi var ki, ‘aydınlatmayı’ bileceğim. Isı – ışık üretmeyi, sonra bunu dünyanıza göndermeyi nereden bileceğim! Bunların kavram ve idraki, tasavvur ve tahayyülü bile yok bende! Hem o ‘ağaç ve elmada’, öyle ince sanat ve nakışlar ve ilmî programlar var ki, bunların aletleri bulunmaz dükkânımda. Hem farz-ı muhâl: Aklım ve şuurum, bilgim ve iradem olsaydı da, bütün bu saydığınız işleri benim yapmam istenseydi; vallahi kendime bile faydam dokunmaz, daha ilk ânda düşerdim!” dedi.
Gördük ki; “elma”nın “üretim hattında” dolaşmakla; elma’nın, imâl ve üretim, terkip ve inşa sebebini bulamadık. Yani: Evren Sarayının, Dünya Mutfağında, “elma”yı yapan aşçıyı bulamadık.
“Bir de su ve güneş için ‘hayatın kaynağı’ diye kitaplarda yazar! Halbuki hayatı olmayan, nasıl hayat versin!? Aynı şekilde: Bilgisi olmayan bir cahil, nasıl bilgi ve ilim öğretsin!? Şuuru olmayan şeylerden, nasıl şuurlu ve iradeli varlıklar çıksın!?… Halbuki ben; cahil ve şuursuz, cansız ve akılsız, gözsüz ve iradesiz olan ‘madde ve sebeplerin’, bir sürü şeye sebep olduğu ve yapıp – yarattığını söylüyorum! Nasıl çözeceğim ben, bu mantıksızlık ve saçmalığı!?
Acaba elma’nın icad sebebini ararken; yöntem olarak, ufaktan başlayıp, parça parça gitmekle yanlış mı yaptım?! ‘Ağaçlardaki yapraklar; fotosentezle, besin ve enerji elde ederler’ diye buradan başlasam, ikna edici olur mu acaba? Cık, olmaz. ‘Fotosentez yaparak, enerji elde ediyormuşuz, güldürmeyin bizi! Biz kim, elde etmek ve üretmek kim! Şuurlu ve iradeli ve fotosentezi bilen varlıklar mıyız biz! Fotosentezi düşünecek; düşünsek bile uygulayabilecek bir kabiliyet ve özellik yok bizde! Siz gidin bu ‘Bilimsel Hurafe ve Masalları’ çocuklara anlatın!’ derlerse, rezil olduğumuzla kalırız!
Bir de meyveye mikroskopla mı baksak acaba? Belki orada, bizi ‘fail’ arama zahmetinden kurtaracak, bir ‘madde’ ve ‘sebep’ veya ‘otomatik bir mekanizma’ bulabiliriz. Tamam buldum işte!: Ağacı ve meyveyi, toprak ve daha fazlasını; yapıtaşı ve parçaları olan ‘atomlar’ yapmış olabilir ve yapmıştır!”
Fakat atomlarla görüşmemiz neticesinde; onların da “etken” değil, “edilgen” olduklarını ve tüm olanlardan habersiz olduklarını öğreniyoruz. Diğer sebepler gibi; onların da bu işleri yapabilecek kabiliyet ve özellik, mahiyet ve tabiatlarının olmadığını; hem bu işler için kullanabilecekleri alet – edavatları olmadığını; faraza olsa bile, bunları kullanma kapasitelerinin olmadığını görüyoruz.
Atom: “Benim, ‘elma ve ağacı ve onlarla bağlantılı şeyleri’ görebilecek bir gözüm mü var ki, elmayı yapabileyim! Görmüyor musunuz: Ben ve kardeşlerim olan diğer 114 küsur element ve atomların hepsi, temelde hammaddesi aynı olan ‘proton – elektron’ gibi parçalardan müteşekkiliz. Bizim özellik ve sıfatlarımızda olmayan, bizim alet çantamızda bulunmayan şeylere; bizden katbekat büyük olan eşyadaki özellik ve şekillere; bizi nasıl sebep gösterirsiniz! Bizler, kâtibimizin 3 boyutlu yazı yazmada kullandığı; harf veya nokta, mürekkep veya kalem uçlarıyız. Bizle ifade edilen kelime ve cümlelerin, taşıdığı ‘bilgi ve manâlara, iş ve işleyişe’ sebep olamayız. ‘Kalem’, yazının sebebidir; fakat ‘yazma’nın sebebi değildir; yazıdaki ‘bilgi ve manânın’ sebebi hiç değildir!” dediler.
Elhasıl: Etraflarını görecek gözleri ve iş yapacak elleri olmayan; üstelik şuur ve irade, bilgi ve canlılıktan mahrum olan bu “zerreler”den de, davamızı ispat için bir delil bulamıyoruz. Üstelik: Havada uçuşup, en küçük üflemede, dağılabilen bu şeylerin; “elma” inşaatında, organize olup – biraraya gelmeleri ve ittifak edebilmelerinin nedenini de, bulamıyoruz.
“Peki, bu olayları, acaba ‘fizik – kimya kuvvetleriyle’ nedenselleyip; böylece faile ihtiyaç ve zaruret olmadığını, buradan ispatlayabilir miyiz? Gerçi bu kuvvetlere sorsak, onlar da neye alet olduklarını ve nerede kullanıldıklarını ve nerede duracaklarını bilmiyorlar. Hem, değil evrendeki işleyişe sebep olabilme ihtimâlleri; kendi varlıklarından bile haberleri yok!
Üstelik: Bu ‘kuvvetleri’, şimdiye kadar hiç gören de olmamış! Ancak ‘madde’ üzerindeki etkileşme, te’sir ve sonuçlarından, farkedilip; varlık ve özellikleri biliniyor! Bu te’sirlerinden anlayabildiğimiz kadarıyla da; bu ‘kuvvetler’in işi, (genelde ve son tahlilde) madde’yi ‘itme – çekme, bağlama – ayırma, ısı ve basınç’ gibi hareketlerden ibaret.
Yani bu ‘çekim / kuvvet / enerji rüzgârlarıyla’, belki atom ve yıldızların hareket etme ve çarpışma – ayrılmalarını; nedenselleyip – açıklayabiliriz. Fakat ince ayar ve hassas denge ve ölçülü hareketlerini, bu kuvvetlerle nedenselleyemeyiz! Daha da özele inersek: Örneğimizdeki ‘elma’nın tuğlaları olan atomların, niye elma kalıbında yapışıp, üstüste bindiklerini; bu ‘elma’ hacminde niye biraraya gelip – sabitlendiklerini açıklayamayız. Çünkü: Evrendeki kuvvetleri, ‘elma’ yapmaya iten veya çeken ve bu kuvvetleri, belli noktalarda frenleyen veya engelleyip, durduran ayrı bir kuvvet ve sebepte gerekiyor…
Yahu bu ‘Ateist Yatay Deterministik Sebep – Sonuç Şablonuyla’ gitmeye devam edersek; ‘sebepler’, teorik olarak sonsuza kadar gidiyor! Meselâ; her kış mevsiminde, ‘sonuç’ gibi, ‘sebebi’ de ölüyor ve baharda ikisi de tekrar diriliyor. O zaman her sebebe de ayrı bir sebep bulmak gerekiyor ve bu sebeplere de ayrı bir sebep gerekiyor! ‘Bunun sebebi şu; onun da sebebi şu; onun da şu… Sebep – sebep – sebep – sebep…’ diye diye, bu iş sonsuza kadar gidecek!
En nihayetinde, bu da bizi; deney – gözlem yapamayacağız ve ölçüp – ispatlayamayacağımız ‘Sonsuz Paralel Evrenler’ Senaryosu uydurmak ve bu metafiziğe inanmak zorunda bırakacak! Sonra da: ‘Bu sonsuz evren ihtimâllerinden birisi de, bu ince ve hayata izin veren evrenimiz olmuş’ diye inanmak zorunda kalacağım! ‘Sonsuz Evren ve Sonsuz Zaman, Sonsuz Deneme – Yanılma ve Sonsuz Olasılık inancıma göre; bu evrenin olabilmesi mümkün ve zaten olmuş!’ diyerek; bu inancıma, başka amentü ve inanç esasları da ekleyeceğim!
Offf! ‘Bilimsel değil’ diyerek, sonsuz ve herşeye gücü yeten Tek Allah’ı kabul etmiyorum ama madde – enerji veya trilyarlarca zerrenin, sonsuz ve herşeye gücü yettiğini kabul etmek zorunda kalıyorum! Sanki bu çok bilimsel! Ve sanki deney – gözlem ve ölçümle doğrulanmış!
Peki, ‘evrendeki bütün bu işleyişi ‘fizik – kimya kanun ve doğa yasaları’ yapıyor; yani bu yasalara göre, bir makina ve bilgisayar gibi sistem işliyor’ desem olur mu! Yok, bu tez de tutmaz! Çünkü ‘fizik – kimya yasaları’ denilen şey, evrendeki varlık ve faâliyetlerin ‘sebebi’ değil, ‘neticesi.’ Neticesi derken; olayların işleyiş tasviri. Evrendeki işler, belli durum ve şartlarda hep aynı yürüdüğü için; ‘kanun’ diyoruz; yoksa ‘kanun’ olduğu için, işler öyle yürümüyor! Yani; öyle olduğu için ‘kanun’ oluyor, ‘kanun’ olduğu için öyle olmuyor!”
Yani; bu, “fizik – kimya – biyoloji kanunları” dediğimiz, bu “genelgeçer sabit kurallar”; sadece zihnî ve ilmî, hatta vehmî şeyler olup; “madde”nin üzerinde etki ve yaptırıma sahip değiller. Kuvvet ve enerjileri olmadığı gibi; üstelik zihin dışında, somut ve haricî vücud ve mevcudiyetleri de yok. Tıpkı bir mimarın çizdiği “plân – proje” gibi; evrendeki işleyişte, belli kural ve programlar dahilinde devam etmekte olup; o “plân – projenin”, kendi başına iş yapabilme kuvvet ve kabiliyeti yoktur…
“Offf! Evren için ‘fail ve usta’ gene şart! Hem de evrenin her noktası ve her ân’ındaki, her varlık ve işleyişi için şart! Acaba ‘içgüdü veya sevk-i tabiî’ desem; ‘içten ‘DNA’, dıştan ‘tabiat’ sevkediyor ve yönetiyor ve yapıyor bütün bunları’ desem inandırıcı olur mu? Olmaz! Çünkü; ‘sebep olduğunu iddia ettiğin ‘tabiatı’ göster bakalım, ne menem birşeymiş’ deseler; ‘tabiat’ diye parmağımla gösterebileceğim; madde veya enerji cinsinden somut bir varlık yok.
Zaten; ‘ağacı tabiat yaptı, toprağı tabiat yarattı, şunu tabiat sevketti’ diye diye, herşeye ‘tabiatı’ sebep gösterirsem; ortada ‘tabiat’ diyebileceğim birşey kalmıyor! Hem DNA’yı ‘sebep’ ve ‘senarist’ göstermem de doğru olmaz. Çünkü, küçücük bir sineğin bile iki elinin giremediği ve çıplak gözle görmenin mümkün olmadığı ufacık bir yere; binlerce cilt bilgiyi kim yazıp – sığdırıp – kodlamışsa; asıl sebep o olmalı!
‘Bilim/sellik Paradigmasındaki’; bu ‘Ateist Yatay Deterministik Felsefeyi’ bıraksam mı acaba!? Çünkü sebepleri sonsuza kadar uzatabilirim ve gördüğüm kadarıyle, hiçbirisi de ‘sebep ve etken, özne ve fail, illet ve neden’ değil. Daha ilk adımda tıkanıyorum! Sebep – sonuç illiyet ve etkileşiminin ispatını yapamıyorum! Daha ‘elma’nın sebep – sonuç illiyyetini ispat edemedim; ‘elma’yı yapan şu veya şunlar’ diye; ‘elma’nın, halâ fail ve aşçısını gösteremedim!
‘Sebep’ diye etiketlediğim; ‘ağaç, toprak, güneş, bulut, hava, su, atom, tabiat, kuvvvetlerden’ sorduğum üzere; hiçbirisi bu ‘elma’ fiil / eserini üzerine almıyor! Tek tek bunların, ‘elma’da hiçbir rolü yoksa, toplamının da bu işi yapması hiç mümkün değil. Zaten kör – sağırların arttığı bir topluluğun, körlük ve sağırlığı da artar! ‘Elma’, hiç olmaz!
Galiba bu ‘sebep – sonuç’ diye, tren vagonları gibi, zincirleme birbirine bağladığım; Yatay Deterministik Şablonun kendisinde bir hata var. Daha bir tane bile ‘sebep – sonuç vagonunu’ bağlayamadım! En iyisi, bu ‘vagon bağlama’ işini bırakayım ben! Çünkü; bir vagonu, ardından gelen diğer vagona bağlayamadığım gibi; herbir vagondan da, diğer vagonlara ayrı bir sebep ve bağlantı bulmam gerekiyor! Çünkü: Evrende her birşey, varlık ve devamında, tüm evrene muhtaç ve bağımlı.”
Meselâ: “Elma”yı yaratan kim ise; o elmanın olması için gereken; gece – gündüz ve mevsimlerin gelmesi için dünyayı çeviren de aynı kişi olmalı; dünya ve elmanın bağ(ım)lı olduğu Güneşi göğe çakan da aynı kişi olmalı… Hava, yağmur, dünyanın eğimi, çekim vs. hep böyle… Bugünkü Dünya ve Güneş’in olması için, geçmiş zamanlara hâkim olan da aynı kişi olmalı…
Üstelik; “elma” için geçerli olan, bu saydığımız kopmaz ve parçalanmaz bütünlük ve birlik; evrendeki diğer herbirşey için de geçerli. Yani: Kâinatta, “sebep – sonuç” diye parçalayıp – ayıramayacağımız, bir bütünlük var. Bu “sebep, sonuç” kavramsallaştırma ve ayrımlarıyla çözemeyeceğimiz bir işleyiş var.
Çünkü: Bir kitabı yazan kim ise, içindeki cümleleri yazan da aynı kişi olmalı. Cümleleri yazan kim ise, cümlelerin kelimelerini yazan da aynı kişi olmalı. Kelimelerini yazan kim ise, o kelimenin teşkilinde kullanılan harfleri yazan da aynı kişi olmalı… Demek evrende, birşey, herşeye ve herşey de birşeye bağlı ve bağımlı ve muhtaç. Yani “birşey herşeysiz ve herşey de birşeysiz olmuyor.”
Demek: Kâinat Kitabını kim yazmış ve kim fail ve sebep olmuşsa; içindeki Dünya Formasını da aynı Zât yazmış olmalı. Ve Dünyayı kim yazmışsa; içindeki yaz – kış sayfaları ve gece – gündüz satırlarındaki cümle ve kelimeleri de aynı zât yazmış olmalı…
O hâlde, “Bilim/sellik Paradigma ve Felsefesi“nden artık vazgeçip; bundan sonra; “ağaç elma veremez, verdirilir; bulut yağmur veremez, verdirilir; yağmur yağamaz, yağdırılır; dünya dönemez, döndürülür; ağaç rızkını elde edemez, kendisine gönderilir” ve “arı bal yapamaz, yaptırılır; inek süt veremez, gönderilip – verdirilir” gibi; gerçek ve olgusal, doğru ve yalın ifadeler; yani bir müslüman gibi, “İslâmî” ifadeler kullanılmalı.
“Yok, bu dediğini kabul etmiyorum ama; acaba Bilim’e, Tanrı’yı ‘fail’ olarak değil de; ‘nedenlerden bir neden’ olarak, hiç değilse ‘teori’ veya ‘hipotez’ bazında eklesem olur mu? Yok bu da doğru ve bilimsel olmaz. Sonuçta Bilimsellik İlke ve Kuralı olarak, başlangıç aksiyom ve önkabulümde; ‘evrenin varlık ve işleyişinde fail ve özne olan Allah yok(muş), varsa da bu işleyişlere karışmıyor(muş); zaten nedenler, pekalâ faile gerek kalmadan bu işleri yapabilir ve yapar(mış)’ ateizm şıkkını işaretlemiştim ben! Evrendeki olayları, bu önvarsayım ve inancıma göre, tasvir ve açıklamaya mecburum! Yoksa Bilimsel olmaz, Bilim hiç olmaz!
En iyisi ben evrendeki hâdiselerin nedenine; Bilimsel olarak deneysellenemez ve ispatlanamaz da olsa ve mantık olarak delillendirilemez de olsa; yeni bir aksiyom daha ekliyeyim. En iyisi ben, evrendeki bütün bu işleyişe, en genel ve temel sebep olarak; ‘tesadüflerin doğurduğu zorunluluklar ve zorunlulukların doğurduğu tesadüfleri’ ekliyeyim. ‘Evrendeki tüm sebeplerin ‘ortak bileşkesiyle’ bütün bunlar oluyor’ diyeyim ve gerçekten olan da buymuş ve vakıa bundan ibaretmiş gibi kitaplarda anlatayım ki; böylece, ‘Bilim/sellik Kriterleri’nin dışına çıkmış olmayayım.”
Bilimsel Makale ve Yayınlarda; herşeyin “otomatik makina ve bilgisayar” gibi işlediği ve “Madde ve Enerji + Tesadüf ve Zorunluluk + Tabiât ve Kanun + Evrim (Adaptasyon, Mutasyon, Elenme) + Uzun Zaman = Herşey Mümkün” önvarsayım ve kabül, aksiyom ve inancına göre; bu Kâinat Modeli’ne dayanan bir kâinat kurgusu yapılır!
Bu model / metafora göre; Bilimsel İfade, denklem ve formüllerde “Tanrı’nın olmadığı / olsa da karışmadığı ve zaten evren kendi başına işleyebilip, O’na ihtiyaçta olmadığı”; yani “ateist ve materyalist, natüralist ve determinist” bir kâinat tasviri yapılır!
“Oh rahatladım! ‘Elmanın nasıl ve ne sebeple/rle olduğu’ sorusuna cevap vermek için; ‘tesadüfün doğurduğu zorunluluklar ve zorunluluğun doğurduğu tesadüfleri’ ve ‘sonsuz zamanları’ ekleyerek; böylece işin içine fail ve özne olan ‘Tanrı’yı katmak zorunda kalmadan, cevaba muvaffak oldum! Bu cevap; ‘tesadüf, zorunluluk, sonsuz zaman’ gibi başka metafizik inanç esasları barındırıyor ama olsun! Bu daha bilimsel! Hem ileride, Bilim bunu ispatlayacak! Demek ki neymiş?: ‘Elma’ için, fail olan bir özneye; yani ‘Tanrı’ya ihtiyaç ve zaruret yokmuş; evren ve sebepler, pekalâ elma yapabiliyormuş!
Öyleyse: Ağaç, elma yapar; arı, bal yapar! Gerçi; neyi – nasıl yaptığını, sonuç ve çıktılarını bilmeyen ‘ağaç ve arı’ hakkında; ‘yapar’ ifadeleri; mantıksız ve saçma ama yukarıda dediğim gibi: ‘Yaptırılır’ demek, ‘bilimsel’ değil!
Öyleyse, ‘failsiz ve ustasız‘ (sizin ifadenizle ‘sahte failli’) Bilimsel Bilgilere devam: ‘Güneş, ısı ve ışık verir. Dünya, döner. Yağmur, yağar. Arılar, bal yapar. Bitkiler; fotosentez yaparak, besin ve enerjilerini kendileri üretir. Şu mutasyonla; bu adaptasyonla olur; doğal seleksiyon, eleme de bunu gerçekleştirir. Hücrelerimiz, mitokondride kendi enerjisini üretir. Hücre zarı, işine yaramayanı içeri almaz. Karaciğerimiz, üçyüzden fazla kimyevî reaksiyonu gerçekleştirir. Hayvanlar; sevk-i tabiî ve içgüdüyle şunları yapar. Zaten evrimsel olarak…’ Bütün bunlar için, fail ve faâl olan bir Tanrı’ya ne gerek var; bak sebeplerle herşey mümkün!”
Halbuki, yukarıdaki yolculuğumuzda görüldüğü gibi: Olanlar “mümkün” olduğu için olmuyor; olduğu için “mümkün”(müş) zannediyoruz!
Gelecek Yazımızın konusu: Metabilim: Sihrin Yapısı
Ya abi Allah aşkına! Siteyi ve yazı serilerini incelmeye çalıştım.(Çok yorucuydu) Ama doğru düzgün tek bir pratik çözüm önerisine bile rastlayamadım.(Kaçırmışsam link istiyorum) Sadece ve sadece problemler vardı.Evet bu problemlerden yıllardır bahsediliyor zaten.Taa 2008 lerdeki sunumlarda da varlar. Nur talebeleri bunu yıllardır dillendiriyor.Artık pratik bir çözüm önerisine ihtiyaç var.Yağmur ve bitki tam olarak nasıl anlatılmalı mesela?
Sizin burda metin metin kelime kelime eleştirdiğiniz şeyleri üstadın şu metnine vursak, bu metinde sınıfı geçemez:
“Kanın heyet-i mecmuası ise, iki vazife-i umumiyesi var: Biri bedendeki hüceyrâtın tahribatını tamir etmek, diğeri hüceyrâtın enkazlarını toplayıp bedeni temizlemektir. Evride ve şerâyin namında iki kısım damarlar var ki, biri sâfi kanı getirir, dağıtır, sâfi kanın mecrâlarıdır. Diğer kısmı, enkazı toplayan bulanık kanın mecrâsıdır ki, şu ikinci ise, kanı “ree“ denilen, nefesin geldiği yere getirirler. ”
Öyleyse metinlere esma hangi oranda gircek? Fiiller ne kadar mecaz ne kadar gerçek anlamında kullanılacak vs. Artık lütfen sorunla ilgili değil, çözümle ilgili yazın.